Erdoğan'ın sırrı!
Dünya tarihi, insanoğluna bahşedilen özellikler, nitelikler ve davranış kalıplarıyla şekillenmiştir.
İnsanlık için temel gereksinimlerin karşılanmasından sonra, rekabet ve birbirine üstünlük kurma süreci başlar.
Bu rekabet ortamında en büyük ögeyi "devlet" olarak kabul edebiliriz. Rekabet, devletlerarası olduğu kadar devletin içinde, toplumun en küçük birimi olan "aile kurumunda" dahi vardır.
Tüm bu rekabetlerin sonucunda üstünlük kuranlar mutlak surette bir matematiği de ortaya koyarlar.
Disiplin, teşkilatlanma (örgütlenme), iletişim ve temas... Günümüz siyasetinin en kritik merhaleleri.
Formül ise basittir; "Daha çok oyu alan kazanır."
Bu oyu nasıl aldığı, ne şekilde başardığı, hangi gücü kullandığı ülkeden ülkeye, demokrasiden demokrasiye farklılıklar gösterir.
Türkiye'de siyaset mekanizması uzun bir dönem birçok kurum arasında sıkışmıştı. Serbest alanları kısıtlıydı. Askeriye, Yargı, STK, Medya... Seçimleri kazanan parti bu unsurlar arasında denge kurmak zorundaydı.
2002 yılına kadar da bu denge bir şekilde kuruldu. Ancak AK Parti'nin, yüzde 34'lük bir oy almasına rağmen, Meclis'te yüzde 70'lik bir temsil oranına ulaşması birçok dengenin değişmesinin ilk işaretleriydi.
Millî Görüş geleneğinden "Ben bir gömleğimi çıkardım, başka bir gömleğimi giydim" diyerek kopan Erdoğan, Erbakan ve çevresinden gelen "hain" yakıştırmalarına rağmen başarılı sonuçlar elde etti.
Kullanılan dil ilk başlarda "yapıcı" oldu. Ama kapatma davaları, Cumhuriyet mitingleri, çözüm süreci, Gezi olayları, 15 Temmuz derken bambaşka bir parti söylemi ve dili hâkim oldu.
Erdoğan, girdiği hiçbir seçimi kaybetmediği gibi toplumsal olayların hep kazanan tarafı olmayı başardı.
"Erdoğan'ın politikaları doğrudur, izlediği yol en mantıklısıdır" gibi bir tezi konuşmaktan ziyade başarının merkezine, yani matematiğine odaklanılması gerekiyor.
Erdoğan, sadece güzel hitapla, belirli bir kitleyi kontrol altında tutarak mı başarılı oluyor?
Kesinlikle hayır...
Mitinglerle, televizyonlarla bir yere kadar ulaşırsınız. Sonrasında sizi yerelde temsilcileriniz, parti unsurlarınız temsil etmeye başlar.
Bu teşkilattır.
Siz ne kadar başarılı bir lider olursanız olun, teşkilatınız çalışmaz ve teşkilatınızı oluşturan ögeler zayıf kalırsa başarı imkânsızdır.
Erdoğan'ın başarısının asıl kaynağı tam da burada yatıyor. Teşkilatlanmayı, örgütlenmeyi çok iyi biliyor. Bilmekle kalmıyor büyük bir motivasyonu ve çalışma azmi var.
Örnekler üzerinden gidelim.
Seçimlerden önce Erdoğan'ın mahalle temsilcileri ile yapmış olduğu toplantı, bir görevlinin sosyal medyadan yapmış olduğu yayın yüzünden tüm Türkiye'de duyuldu.
Erdoğan, özetle "HDP barajı geçerse zor durumda kalabiliriz, çalışmalarınızı ona göre hızlandırın. Öyle 'Her şey çok iyi, kesin kazanıyoruz' diye bir şey yok." söylemlerinde bulunuyordu. Eleştirildi, "Ne demek istiyor" denildi.
Ama asıl konu görülmedi. Erdoğan onca başarıya, makama rağmen, AK Parti'nin mahalle temsilcilerine örgütlenme yöntemini, propagandanın nasıl oluşturulması gerektiğini anlatıyordu. İşte bu örnek, Erdoğan'ın 16 yıllık yönetime ve güce rağmen teşkilatlanma motivasyonunu ve başarı açlığını ortaya koyuyor.
Erdoğan'ın bir diğer üzerinde durduğu konu da partiye yapılan üye sayısı. İlleri, ilçeleri tek tek inceliyor, önlerine gelen verileri beğenmediğinde açıyor doğrudan il veya ilçe başkanına hesap soruyor. Daha da sonuç alamazsa o başkanları doğrudan değiştiriyor.
AK Parti bu şekilde yaklaşık tam 10 milyon üyeye ulaşmış durumda.
10 milyon çok büyük bir rakam. Sadece üye olmakla kalmıyorlar, üyelerin tüm bilgileri AK Parti Genel Merkezi'nde veri tabanına işleniyor. İletişim bilgileri doğrudan sisteme kaydediliyor. Sonrasında etkinliklere davetler, toplantılar ve çalışmalar için sürekli bilgilendirmeler yapılıyor.
"AK Parti güzel teşkilatlanıyor da seçimler öncesinde devletin tüm imkânlarını kullanmaları, diğer partileri susturmaları, yargıyı ele geçirmeleri konusunda ne düşünüyorsun" denilebilir. Evet, doğru AK Parti ileri demokrasilerde olmaması gereken tüm yöntemleri soğukkanlı bir şekilde uyguluyor ve bunu yaparken de çekinmiyor.
Ama bu durumda yeni bir soru ortaya çıkıyor; muhalefet neden boş duruyor, neden farklı çıkış kanalları oluşturmuyor?
Örneğin, muhalefetin kanalı olan Halk TV, seçim gecesinin en kritik saatlerinde dakikalarca kitap reklamı yayınlıyordu.
Herhangi bir medyayı oluşturabilecek bilinç yok. Binlerce iş adamı olmasına rağmen hiçbirinden destek alınamıyor. Muhalefet kendi içinde örgütlü değil.
Parti üyelikleri... Tam bir facia... Kimse kendi içindeki net sayıyı bilemiyor.
24 Haziran seçimleri...
Tüm partilerin Büyükşehir teşkilatlarını inceledim "Acaba seçimden sonra neler yapılıyor" diye... Bir çoğu tweet bile atamazken AK Parti İstanbul Teşkilatı seçimden sonra tam 4 istişare toplantısı yaptı. Toplantılarda ilçe başkanlarından raporlar istendi "Nerede oy aldık, nerede alamadık, bundan sonra ne yapmamız gerekiyor" sorularına yanıt arandı.
Peki bu süreçte muhalefet ne yaptı?
Bırakın teşkilat toplantısını, raporları, öz eleştirileri... Birçoğu şu anda tatilde, whatsApp siyaseti yapıyor, erken yerel seçimi de sosyal medyadan öğreniyorlar!