Erdoğan’ın nihai hedefi nedir?
Milliyet gazetesi, Suruç katliamı sonrası Twitter hesabından “Yabancı liderlerin Türkiye’deki IŞİD terörünün bir numaralı sebebini oluşturan kişiyi arayıp Suruç için başsağlığı dilemeleri utanç verici” ve “Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Suriye politikasının Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini hep söyledim. Suruç’ta tehdit fiile geçti” diye mesaj geçen köşe yazarı Kadri Gürsel’in işine son verdi.
Milliyet’tin konu ile ilgili açıklamasında “Gürsel’in yaptığı yorumlar, gazetecinin etik kurallarıyla bağdaşmadığı gibi grubumuzun yayıncılık anlayışı ve sorumluluğuyla da ters düşmektedir” denildi. Yandaş medyada da “Kadri Gürsel’den Cumhurbaşkanı’na aşağılık saldırı” veya “iğrenç saldırı” gibi yorumlar yapıldı!
* * *
Gürsel’in işine son verenler veya ona hakaret edenler, IŞİD’in ortaya çıkmasında, AKP iktidarının Suriye politikasının hiçbir etkisinin olmadığını mı söylemeye çalışıyor?
Yoksa aşağıdaki yorumu yapan Independent gazetesinin Orta Doğu yazarı Patrick Cockburn da “aşağılık” ve “iğrenç” bir saldırıda mı bulunuyor:
“MİT ile IŞİD ve El Kaide’nin Suriye’deki kolu olan Nusra Cephesi arasındaki ilişki, Türkiye içinde ve dışında tartışılıyor. 937 kilometre uzunluğundaki Türkiye-Suriye sınırından gidip gelmelerin, 2011 yılından bu yana Suriye’deki cihatçı hareketlerin büyümesinde hayati rol oynadığına şüphe yok. Türkiye birçok yönden IŞİD ve Nusra Cephesi için güvenli bir sığınak oldu.”
Yandaşlara göre “aşağılık” ve “iğrenç” bir değerlendirme de Financial Times gazetesinin uluslararası ilişkiler editörü David Gardner’den geldi:
“Türkiye’nin sorununun kalbinde, Erdoğan ve Davutoğlu’nun Suriye politikası var. Bu ikili, 2012-2014 arası Suriye’de Esad rejimine karşı savaşmaları için cihatçı gönüllülerin Türkiye’den geçmelerine izin verdi. Bu hat üzerinden gizlice silâh yardımı da yapıldı.”
* * *
Bu iki gazetecinin yorumları, “gazetecinin etik kuralları” ile bağdaşıyor da Kadri Gürsel’in mesajları bağdaşmıyor öyle mi? Milliyet yönetiminin etik kurallarında, “görmedim, duymadım, işitmedim” diye üç maymunu oynamak mı var yoksa?
Kaldı ki IŞİD organizasyonunun asıl mimarlarından ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi de neredeyse “ABD’nin Suriye’deki kara kuvvetleri” sayan Obama’nın, Erdoğan’a Suruç ve Ceylanpınar saldırılarından dolayı taziyelerini iletmesi gerçekten insanlık adına utanç verici değil midir?
Bu davranışın, cinayet failinin cenaze törenine katılmasından ne farkı vardır?
“İki lider Amerika ve Türkiye’nin terörle mücadelede birlik içinde olduklarını vurguladı” diyorlar? İyi de alenen “eğit-donat” adı altında terörist yetiştiren kim?
* * *
Konuyu burada bitirecektim ki iki yıldönümü mesajı geldi. Erdoğan, Hatay’ın anavatana katılmasının 76. yıldönümü dolayısıyla yayınladığı mesajda “Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesini şiar edinmiştir. Hatay’ın anavatana katılması da bu çerçevede elde edilmiş diplomatik başarıların en önemlilerindendir” dedi.
Yaa.. Peki siz ne yaptınız? Suriye’deki muhaliflere lojistik destek verirken “yurtta sulh, cihanda sulh” politikasını mı takip ettiniz? Atatürk’ün diplomatik başarı ile anavatana kazandırdığı Hatay’ı ve çevre illeri ne hale getirdiniz?
Erdoğan, Erzurum Kongresi’nin 96. yıldönümü dolayısıyla da “Erzurum’da alınan kararlarla milletimiz müşterek bir ideal etrafında birleşmiş, kurtuluş mücadelesinin nihai hedefi ortaya konmuştur” dedi.
Öyleyse ne amaçla milletin müşterek ideallerini yok ettiniz? Türk kimliğini hangi nihai hedef uğruna tartışmaya açtınız ve yıprattınız?
NOT: Erdoğan’ın acilen Dr. Arslan Tekin’in derlediği Akçuraoğlu Yusuf’un “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesi ve konuyla ilgili tartışmaları içeren kitabı okuması gerekiyor. Sadece onun değil herkesin...