Erdoğan üzerinden Türkiye’ye şantaj!
Muhalefet, hırsızlığı gündemde tutmaya çalışırken, iktidar, paçasını kurtarabilmek için Türkiye’nin çıkarlarından tavizler vererek dış desteği arkasına almaya çalışıyor. Bunda de mesafe alıyor. Mesela, Kıbrıs’ta Amerikan baskısı ile Annan Planı yeniden görüşme masasına konuldu. Yine referandum yapılacak ve evet çıkarsa KKTC toprakları hem Rum’un hem AB’nin hükmü altına girecek!
Yine BDP, seçimden sonra özerklik ilan edeceklerini açıkladı. Ermeni tehcirinin 100’üncü yıldönümü öncesinde, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, tehciri tasvip etmediklerini söyledi! Amerika’daki Ermeniler, Türkiye vatandaşlığı istiyor! Zaten, Abdullah Gül de bir ara 20 bin dolara vatandaşlık satmayı önermişti! Ermenistan’dan ve Suriye’den gelenlere de kimlik veriliyor. Türkiye’nin Suriye sınırı artık korunamaz durumda!
***
Bu şartlar altında hırsızlığı konuşuyoruz! Konuşmayalım mı? Elbette konuşalım ama bir ülkeyi yönetenlerin hırsızlık yapması durumunda, sadece içeriden değil, dışarıdan da şantajlarla karşılaşacağını görelim. Hırsızlıktan çökmek üzere olan bir iktidar, yabancıların ipine sarılır! İşte iktidarı destekleyen yazarlardan Cemil Ertem, “Erdoğan’ın siyasetinin (ya de ayakta kalmasının) reel karşılığı” başlığı altında önemli bir yazı yazdı. Ertem, Erdoğan’dan desteğini çeken çevreleri geri getirmeye ikna edebilmek için de olsa bakın özetle ne diyor:
“Erdoğan’ın örmeye çalıştığı bu yeni siyaset neyi anlatıyor ve bunun hem bu ülkede hem de küresel düzlemde ’maddi’bir karşılığı var mı? Elbette var. İşte bu paradigma, Kıbrıs sorununu çözmek zorunda, aynı şekilde Kürt sorunundan, Filistin sorununa, oradan Dağlık Karabağ sorununa değin bütün sorunları bitirmek, enerjide de yeni bir döneme geçmek zorunda. Erdoğan’ın söylediklerinin ve yapmaya çalıştıklarının, bugün ve yarın da daha fazla olmak üzere, küresel karşılığı var ve bu yüzden de her şeye rağmen ayakta kalıyor, kalacak da...”
***
Şimdi bu yaklaşım, “Siz bakmayın yolsuzluk iddialarına; Erdoğan, Kıbrıs, Güneydoğu ve Ermenistan meselesinde atımlar atacak, bu sayede ABD ve AB desteği devam edecek ve yıkılmayacak” diyerek, iş dünyasını ikna etme girişimidir.
Peki halk ikna olacak mı? Seçimlerde AKP’nin küçük bir parti haline gelmeyeceğinin garantisi mi var? Turgut Özal da çok güçlüydü ama bugün ANAP nerede?
Özal’ı çökerten neydi? Ailesinin hanedan görüntüsü vermesi değil miydi?
Şimdi Tayyip Erdoğan da havuz sistemi ile rüşvetten fezlekeli bakanlarıyla her türlü ihalenin bizzat içinde değil mi? İş adamlarına salma saldığını inkar ediyor, oğlunun vakfına para aktarılmasını savunuyor ama bu defa Urla’daki villalar çıkıyor.
Erdoğan, Urla’daki villaların kendisiyle ’zerre kadar ilgisi olmadığını’söylüyor ama, mahkeme kararı ile yapılan dinlemelerde, “Annemle konuştum, arkadaki villayı seçtik” gibi ifadeler var! Villaların sahibi görünen Mustafa Latif Topbaş, “bir evin restorasyonu sırasında misafirlerimin isteklerini öğrenme inceliğimin farklı yorumlanması” diye bir savunma yapıyor. Güzel de misafir, hangi villayı beğendiklerini, nerenin mutfak olacağını, bahçe düzenlemesinin nasıl olacağını söyleyebilir mi; havuz için perde duvar yapılmasını isteyebilir mi?
Peki nasıl olmalı? İspanya Başbakanı Rajoy, Tayyip Erdoğan’ın yanında, Kral Juan Carlos’un kızı Cristina’nın yolsuzluk iddiasıyla hakim karşısına çıkmasına dair soruları cevaplandırırken “Prenses, herhangi bir vatandaşın olduğu gibi masumiyetini savunmak, suçsuzluluğunu kanun önünde ispatlamak zorundadır. Bu konuda hiç kimsenin kanun önünde birbirinden farkı, ayrıcalığı yoktur” dedi.
Eğer Türkiye ayakta kalacaksa; Erdoğanlar da hakim önüne çıkacak! Türkiye, küresel fırsatçılara boyun eğmeyecektir.