Ekonomi nereden geliyor, nereye gitmeli?

AKP’nin iktisat politikaları, küresel genişleme imkanlarının da yardımıyla 2011yılına kadar, yalnızca büyüme ve enflasyonla mücadelede kısmen başarılı oldu. Enflasyon 2004 yılının mart ayında yüzde 10 seviyesine geriledi ve fakat bugün de yüzde 8 seviyesinde gidiyor. Büyüme ise 11 yıl ortalaması olarak yüzde 4.9 oldu. Ancak zikzaklı, yani istikrarsız bir büyüme trendi yaşadık ve ortalama büyüme, gelişmekte olan ülkeler ortalamasının biraz altında oldu.
AKP’nin ekonomi alanında yaptığı en ileri adım ise paradan 6 sıfır atılmasıdır.
Buna karşılık, AKP Hükümeti dış ekonomik ilişkiler, üretim, istihdam ve gelir dağılımı açısından ise başarısız oldu.
2012 yılına kadar TL’nin değerli para olarak tutulması (kurun düşük tutulması) Türkiye’nin rekabet gücünün kaybolmasına ve bu nedenle 2003-2013 sonuna kadar geçen 11 yılda 354 milyar dolar cari açığa neden oldu. 2011 yılında cari açığın milli gelire oranı yüzde 10.5 olmuştu ve o yıl birkaç küçük ekonomi hariç, dünyanın en fazla cari açık veren ülkesi Türkiye oldu.
Uygulanmakta olan sıcak para ve kur politikası nedeni ile, 2013 son aylarına kadar TL, aşırı değerli oldu. Bazı yıllar Merkez Bankası’nın hesapladığı, 2003 yılı TÜFE ve sanayileşmiş ülkeler bazlı reel kur endeksinin değeri yüzde 130 oldu. Bu demektir ki sanayileşmiş ülkelerle olan ekonomik ilişkilerde TL, ortalama yüzde 30 daha değerli oldu ve bu nedenle rekabet gücümüz düştü.
MB başkanları her zaman düşük kurun siyasi bir tercih olduğunu söylemiştir. Başbakan ve başbakan yardımcısı da cari açığın riskli olduğunu söylemişler ve fakat hiçbir önlem alınmamıştır. MB’nin likiditeyi daraltıcı önlemleri de yetersiz kalmıştır.
Düşük kur, ara malı ve ham madde ithalatını, iç üretimden daha cazip kıldığı için, sanayi üretiminde ithal ara malı ve ham maddenin payı yüzde 70’tir. İşsizliğin artmasının nedeni de budur... İç üretim yerine ithalatın tercih edilmesidir
Öte yandan, yüksek cari açığın finansmanı, varlıklarımızın yabancı sermayeye satılması ve özel sektörün dış borçlanması ile yapıldı. Kârlı işletmelerin yabancıya satılması nedeni ile her sene yurt dışına kâr transferi oluyor. Uzun dönemde daha fazla faiz ve kâr olarak dışarıya kaynak transferi yapılacak ve bu sonuç potansiyel büyüme oranını daha çok düşürecek, fakirleşme yaratacaktır.
Çözüm uzun vadeli politikalara dönmek ve bu çerçevede kur baskısı yaratan sıcak paranın kontrol edilmesi, MB’nin TL yanında aynı zamanda reel kuru da gözetmesi ve dalgalı kur yerine bir geçiş süresi içinde, kontrollü kur sistemine geçilmesi şeklinde olmalıdır.
İktisat politikalarının temel hedefi insanların ve sonuçta toplumun refahıdır. Yalnızca büyüme bu refahı getirmez. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde, tek başına GSYH’da büyüme yerine, gelir dağılımı, eğitim ve sağlık hizmetlerinin daha etkin yapılması, toplumun eğitim ve kültür düzeyinin artması, siyasette demokrasi ve insan haklarının korunması gibi ekonomik ve sosyal içeriği olan “iktisadi kalkınma” hedeflenmelidir.
İktisadi kalkınma, dış ekonomik ilişkilerde ekonomik çıkarların gözetilmesi demektir. Çin ve ABD, farklı ekonomik sistem ve piyasa anlayışı olmasına rağmen her ikisi de “ulusal politika” hedefliyor. Kur savaşlarının nedeni de budur. Çin, milli parası yuanın aşırı değer kazanmasını önleyerek, ABD de doları dünya parası yaparak hep kendilerine yontuyorlar. Biz de spekülatif sermaye ve sıcak para gelsin ve çıkışta zarar etmesin diye geçmişte TL’yi hep değerli tuttuk. Bunun içindir ki artık Türkiye’nin “ulusal İktisat” anlayışını benimsemesi ve “ulusal politikalara” dönmesi gereklidir.

(Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları