Eğitim sorunu ne olacak?

Yaz bitecek ve ister istemez Türkiye'nin en büyük gerçeği kendini gösterecek. Onun adı, eğitim.

"Eğitim nasıl yapılacak" sorusunu daha çok tıpçılar tartışıyor. Eğitimciler ortada yok.

Sadece Türkiye'nin sorunu değil bu. Bütün ülkelerin sorunu.

Kabul.

Ancak Türkiye, eğitilebilir nüfus bakımından birkaç Avrupa ülkesini sınıflarda okutan bir ülke. Dolayısı ile eğitim nüfusu dikkate alındığında Türkiye, sorunun yansımalarını her ülkeden daha fazla hissedecek durumda.

Peki ne olacak ya da ne olmalı?

Öncelikle sorunun iki ana başlığı var: Birincisi, eğitimin kalitesi, niteliği ve hedeflerine ulaşabilirliği sorunu.

İkincisi: Dünyayı tehdit eden Covid virüsünden doğacak salgınla baş edebilme sorunu.

Eğitimin nitelikli olabilmesi geleneksel olarak okulların açık olmasıyla ilintili bir durum olarak görülmektedir. "Covid gibi salgın durumunda alternatif eğitim nasıl olmalıdır" sorusuna verilebilecek yanıt yok.

Her ülke kendini olağan duruma uydurmağa çabalıyor. Pek çok ülke, Türkiye gibi uzaktan eğitimle sorunu aşacağını sansa da kesinlikle yüz yüze eğitimin kalitesine ulaşamadığı ortada.

"Yüz yüze eğitim veremiyorsak, en az onun kadar başarılı bir eğitim düzeni nasıl kurabiliriz?"

İşte problemin temel sorusu bu.

Aynı zamanda bir sistem sorunu. Hatta bir felsefe sorunu.

Nasıl nitelikli bir eğitim vereceğiz?

İnternetten verebiliriz desek, herkesin interneti yok. Çoğu öğrencinin ekonomik durumu buna yetmiyor.

Bir de öğrencinin yaşı küçüldükçe onu ders başında tutabilmenin mümkün olup olamayacağı sorunu var. Öğrencinin yaşı büyüdükçe eğitilmesi gerektiği bilincinin her bir öğrencide aynı sorumluluk düzeyinde olup olmadığı tartışılır bir durum.

Kısacası sınıf kontrolü ve sınıf yönetiminin olmadığı eğitim ortamında her bir öğrencinin öğrenme konusuna odaklanıp odaklanamayacağı ana problemdir.

Velilere sorumluluk düşer. "Her bir veli çocuğunun internet ya da tv'den ders izleyip izlemediğini takip etsin" demek kolaycılıktır. Çünkü eğitimi önemseme durumu bütün velilerde aynı olmadığı gibi, bütün veliler de eğitim aşığı değildir.

Bu fotoğrafa bakıldığında Corona bize ne öğretiyor biliyor musunuz?

Sorumluluğun ne kadar önemli olduğunun yanında, bu bilince sahip birey yetiştirmenin sosyal düzenin sürdürülmesi açısından çok gerekli olduğunu öğretiyor.

Hani her akşam haberlerde; parkları, kafeleri, düğün salonlarını, asker uğurlamalarını gösterip gösterip sonunda; "sosyal mesafeye uyulmadı" deniyor ya, işte bu görüntüler de aynı şeyi öğretiyor.

Toplumda sorumluluk bilinci düşük.

Düşük olduğu içindir ki, dolmuşa binen birine "maskeniz takılı değil" denildiğinde, "sana ne" cevabıyla karşılaşıyorsunuz.

Bu davranış bozukluğunun ya da yetersizliğinin sebebi de aile ile ilgili. İnsanlar, sosyal bilinci, ilk davranış kalıplarını ve vicdan gelişimini ailede öğrenir, temellendirir, kişiliğinin parçası haline getirir. Freud'a göre, kişiliğin temelleri altı yaşına kadar olgunlaşır.

Gökalp ve Durkheim'e göre, aile ilk sosyalleşme yeridir ve milli şahsiyet burada kazandırılır.

Demek ki salgın hastalık ve toplumsal büyük olaylarda eğitimin nitelik olarak verimlilik düzeyi yüksek olabilmesi için tek başına aile, tek başına okul yeterli değilmiş.

Ne olacak peki?

Eğitim bilimciler, okul dışında, uzaktan, verimliliği bozmadan nasıl eğitim yapılabilir sorusunun cevabını arayacak. Çünkü bu salgın bitse ve normal hayata dönülse bile birkaç yıl sonra daha korkunç bir salgınla karşılaşmayacağımızın garantisi yok. İçinde bulunduğumuz süreçte sosyal medya ile ilgili sorunun temelinde de yine işte bu "sorumluluk bilinci" var.

Yazarın Diğer Yazıları