Egemenlik CIA’ya devredilmiştir!
Türkiye, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlarken, özellikle Başbakan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş tarihi olan bu yıldönümünden, Meclis iradesinin bütün iradelerden üstün olduğundan bahisle, kendisine yeni siyasi faydalar temin etmek çabası içindedir.
Oysa Türkiye, çok partili hayata geçtikten sonra, kuvvetler birliğinden daha ileri bir aşama sayılan kuvvetler ayrılığına geçmiştir. Başbakan ise Yasama ve Yürütmeyi kontrol altında tuttuğu için, Yargıyı da 12 Eylül referandumunda kabul edilen Anayasa değişikliği ile cemaatin tam kontrolüne vererek egemenliği kendi ellerinde toplama girişiminde bulunmuştur. Cemaat yargısı, kendisine de soruşturma başlatınca, Başbakan yargıya da savaş açarak Meclis’in üstün olduğundan bahisle üç kuvvetten biri olan yargıyı etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Mesele, sadece cemaat meselesi değildir.
***
Bir defa milli kurtuluş savaşını “Gazi Meclis” sürdürmüşse de Amasya Tamimi ve Erzurum ve Sıvas Kongreleri ile başlayıp Meclis’in Ankara’da toplanması ile devam eden sürecin mimarı, Türk ordusunun bir komutanı olan Mustafa Kemal Paşa’dır Elbette bu toplantıları, milleti harekete geçirerek yapmıştır ama etrafındaki çekirdek kadronun tamamı askerdir!
Bu da milli egemenliğin arka planında Türk ordusunun bulunduğunun reddedilemez bir delilidir. Milli egemenliği yok etmek isteyenlerin birinci hedefi de bu sebeple, TBMM’den önce onun dayanağı olan Türk ordusudur. Ordusu olmayan veya ordusu çökertilmiş bir milletin bağımsız kalması mümkün değildir.
Bu itibarla, Ergenekon Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davalarla Türk ordusunun yıpratılması, esas olarak TBMM’nin temsil ettiği milli egemenliğe yönelik bir saldırıdır.
***
Saldırının nereden geldiğine bakılırsa, bu tespite herkes hak verecektir. İşte İzmir’de ve İstanbul’da devam eden Askeri Casusluk Davası’ndan birkaç somut delil:
İzmir’de 24 aydır tutuklu bulunan Deniz Üsteğmen Onur Süer’in avukatı K.N. Güleşen, davanın, İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne 10 Ağustos 2010 tarihinde, ABD-Baltimore kaynaklı olarak gönderilen bir e-posta ile başlatıldığını ortaya çıkardı.
İhbar mektubunun gönderildiği IP adresi mevcut olmasına rağmen, bu ihbarın nereden ve kim tarafından gönderildiği savcılıkça araştırılmadı. Güleşen, ihbarın ABD-Baltimore’dan, CIA merkezinin de bulunduğu bölgeden gönderildiğini delilleriyle birlikte mahkemeye sundu.
İki yıl süren soruşturmalar sırasında, elde ihbar mektupları olduğu halde, bir tek kişiye bile suçüstü yapılmadı. Gizli bilgi belge temini suçunun işlendiğinden gerçekten emin olunsaydı, soruşturma süresince bir kere bile olsa suçüstü yapılması gerekmez miydi?
***
Soruşturma sırasında dikkat çeken bir husus da bütün sanıkların, evlerindeki aramalar sırasında elde edildiği iddia edilen harici disklerdeki bilgiler sebebiyle suçlanmasıdır.
Hiçbir sanık, bilgisayarında kayıtlı bir bilgiden dolayı sorumlu tutulmamıştır! Sanık avukatları harici hard disk, flash bellek ve CD’lerden oluşan dijital belgelerin kendilerine ait olmadığını ispat için, üzerlerinde parmak izi ve dna tespiti talep etti, ancak soruşturma savcılığı, bu talepleri reddetti.
Yani bütün dijital belgeler şaibelidir. İddianame, hukuken delil olamayacak bu şaibeli belgelere dayanılarak hazırlandı
Savcılık sorgulaması esnasında, hiç kimseye suçlandıkları dijital belgeler gösterilmedi, nasıl bu belgelerle ilişkilendikleri hakkında bilgi verilmedi, sadece üzerlerine atılı dijital belgelerin adları okunarak savunma yapmaları istendi!
Dolayısıyla egemenlik, Türk ordusuna operasyon yapan CIA’ya devredilmiştir. Mesele budur!