Dostlar "kınarken" görsün
Sosyal medya hesabımdan sordum:
- Ne yazayım?
Gelen taleplerin büyük bölümü, Boğaziçi Üniversitesi'nde, İslam Araştırmaları Topluluğu'nun etkinliğinde konuşan Yunan dönmesi Hamza Andreas Tzortis'in, Atatürk'ü "şeytan"laştırmasına dairdi.
Hay hay…
Yazayım.
***
Yolda karşılaştığı Yahudi, daha ne olduğunu anlayamadan Temel basmış tokadı. Adam şaşkın:
- Ne yapıyorsun kardeşim, ne diye vuruyorsun, ben sana ne yaptım?
- İsa peygamberi çarmıha germişsiniz!
- İyi de, o iki bin yıl önceydi…
- Olsun, ben dün duydum.
Kimse kusura bakmasın ama bizimki de o hesap.
Adam (bütün "adam"lardan özür dileyerek) gelmiş, zehrini akıtmış, zehirleyeceği zihni zehirlemiş, hem de bir kere değil, defalarca, tekrar tekrar…
Zehirlenen o zihinler ülkelerinin kurucusu ve kurucu değerlerine karşı bilendikçe bilenmiş, panzehiri zerk etme fırsatı çoktan yitirilmiş;
İmam "nasıl bilirdiniz" diye sorsa; "kayıp bilirdik"ten fazlasıyla uğurlayamayacağımız bir güruha dönüştürülmüş gençliğin hiç azımsanmayacak bir kesimi…
Atı alan ülkenin zihin coğrafyasının birçok Üsküdar'ını da geçtikten sonra çok kızdık, çok öfkelendik, çok kınadık, çok lanetledik biz şimdi!
E n'apalım yani;
Dün duyduk, Temel gibi!
***
Ha, 100 yıl önceki mezalimi kınıyoruz, ihaneti kınıyoruz, 4 yıl önceki hakareti kınayamaz mıyız?
Kınarız tabii, hesap da sorarız, mevzu o değil ki.
Ne idüğü ortaya karışık ve fakat görevi belli bu kişi Boğaziçi Üniversitesi'ne gelmeden önce ne düşündüğü belli değil miymiş?
Belliymiş.
Gizli saklı mı gelmiş?
Yoo, ilan edilerek, reklam edilerek, bangır bangır duyurularak gelmiş.
E, bu süreçte bizim bu kınamacı tayfa neredeymiş? Neden, etkinliğin iptali için harekete geçmemiş, neden -misal üniversitedeki Atatürkçü arkadaşlarımız- bizi haberdar edip, kamuoyu baskısı oluşturmayı dememiş…
Hadi, ilk hakaret ayini oldu bittiye geldi…
Bir Boğaziçi değil ki…
Aynı kişi, AK Partili gençlerce Ankara'da da misafir edilmiş.
Aynı kişi, daha iki yıl önce, "Dışişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Türk Hava Yolları, Ulaştırma Bakanlığı, TİKA, SETA gibi çok sayıda kurum ve kuruluşla partner(!)" , Cumhurbaşkanı'nın da onure ettiği TÜGVA tarafından da misafir edilmiş.
Misal, bu kişiyi "soytarı" olarak tanımlayan ve Boğaziçi Üniversitesi Rektörünü "özür dilemeye" çağıran "Burhan Hoca", AK Parti Gençlik Kolları ve TÜGVA'yı da özür dilemeye davet etmiş mi?
Ben -dün bile- duymadım.
Buyurun size kılçıksız bir turnusol testi;
En milli hassasiyetlerimizin sınırlarını bile ilkelerimiz değil mahallerimiz belirliyor işte!
***
İş, bu konuşmayı T.C.'lerin kalktığı, Andımız'ın kaldırıldığı, Atatürk fotoğraflarına, büstlerine kast edildiği "açılımlı yıllar"da kınayabilmekti!
İş, hiç yaptırmamayı becerebilmekti!
Bahse girerim, Türkiye'yi elini kolunu sallaya sallaya dolaşıp da, her gittiği yerde Atatürk ve Cumhuriyet'e karşı kin ve nefret aşılayan o "maymuncuk" işlevli kişi, saldırılarının bunca yıl sonra "fark edilmiş" olması karşısında, gafletimize kıs kıs gülüyordur şimdi!
ATA'YA SAYGI MI DEDİNİZ!
Hafta sonu, rötarlı bir 23 Nisan ziyareti yaptık Anıtkabir'e; yine dopdoluydu. Cıvıl cıvıldı. Yine her kesimden insan akın etmişti; her görüşten, her yaştan, her "mahalle"den…
Ancak…
Ziyaretçi sayısındaki ve ilgisindeki artışa tezat bir saygısızlık gözlemliyorum ben son dönemde Anıtkabir'deki görevlilerde. Hem birbirleriyle hem de ziyarete gelenlerle kurdukları diyaloğun seviyesi hızla irtifa kaybediyor.
Anıtkabir ziyaretçilerinin büyük bölümünü çocukların oluşturduğunu düşününce, sadece görev yaptıkları mekanın ruhuna saygı değil bir de o çocuklara "örnek olmak" sorumlukları var oraya "dikilen"lerin. Cumartesi günü, araç girişinin bulunduğu kapıda, onlarca çocuğun olduğu bir sırada, bir uçtaki görevlinin, diğer uca argo hatta küfürlü bir hitapla seslendiğini duyunca neye uğradığımı şaşırdım. Üstüne bir de yılışık yılışık güldüler birbirlerine…
Açıkçası bu hal, bir Yunan dönmesinin kustuğu nefretten çok daha ağır geldi bana.
Anıtkabir'de, oranın manevi iklimine yakışır bir vakar inşa edelim biz önce!
SORU-YORUM
Bir anne olarak, Sayın İçişleri Bakanı'ndan açıklama bekliyorum: mevzu bahis "muhalif düşünce"ler olunca aklımızdan geçenlerin, niyetlerimizin bile okunabildiği ve bu yolla suçlu-suçsuz ayrımı yapılabilen, her nevi teknik takip aracıyla kuşatılmış Türkiye, -artık- çocuklarımızı kapımızın önünde, bahçemizde, sokağımızda oynamaya salamayacağımız kadar tekinsiz, güvenliksiz bir ülke midir?