Dış borç bini aştı... (18 Eylül 2013)

Hazine Müsteşarlığı’nın Mayıs ayındaki açıklamasına göre, Türkiye’nin toplam dış borçları 350 milyar dolardır. Bu dış borcun 240 milyar doları özel sektörün, 110 milyar doları da kamunun dış borcudur.
Dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 45 dolayındadır. Bu oran yüksek bir oran değildir. Ancak dış borçlarda yalnızca bu gibi oranlara bakarak, borç yükü hakkında bir sonuç çıkaramayız. Söz gelimi ABD’nin dış borç oranı daha yüksektir. Ancak ABD kendi doları ile ödediği için, bir dış borç ödeme sorunu yoktur. Japonya’nın dış borcu da önemli değildir, çünkü sürekli cari işlemler fazlası vermektedir.
Biz ise bir yandan cari açık vermekteyiz... Bir yandan sıcak para işgali altındayız. Bir yandan rezervlerimiz yetersizdir. Bu şartlarda dış borç sorunu, cari açık sorunu kadar önemlidir. Türkiye’nin ikinci bir yumuşak karnıdır.
Öte yandan, bir yıl içinde ödenecek kısa ve uzun vadeli borçlar özel sektör için tehdit oluşturuyor. Dış borçları yeni dış borç alarak ödüyoruz. Üstelik cari açığı kapatmak için her sene daha fazla dış borç alıyoruz. Borcu borçla ödemenin de bir sonu olacaktır. Dünya ekonomik ve siyasi konjonktürü, dünyada likidite sıkılaştırma gibi sorunlar, borçların döndürülmesini sınırlayabilir. Geçmişte bu gibi nedenlerle dünya borç krizleri yaşanmıştır. 1984 yılında özellikle Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere 18 ülke dış borç krizi yaşadı. Türkiye bu 18 ülke dışında kalmıştı. Ancak şimdi, cari açık sorunu açısından Türkiye riskli bir ülke olarak görülüyor. Bu sorun dış borçların çevrilmesini de riske sokuyor.
Gelişmiş ülkelerde uzun vadeli borçların vadeleri 20-30 yıl iken, Türkiye’de 10 yıldır. Kaldı ki özel sektörün dış borçları içinde kısa vadeli dış borçların payı da yüksektir. 240 milyar dolar tutan özel sektör dış borç stokunun, 101 milyar doları bir yıl ve daha kısa vadelidir. Kur artışları olduğunda özel sektör, kısa vadeli dış borç ödeme sorunu yaşayabilir.
Türkiye’nin döviz kazanma potansiyeli de düşüktür. Bu potansiyeli artırmak zorundayız. Ne var ki ihracata dönük üretimde yüzde 80 ithal girdi kullanılıyor. Kedinin kuyruğunu yakalamaya çalışması gibi bir kısırdöngü yaşıyoruz. İhracatı artırmak istersek, ithalat da otomatik olarak artıyor.
Elimizde yalnızca turizm sektörü var. Turizm sektörü Türkiye için altın yumurtlayan tavuktur. Maalesef, turizm yatırımlarında her gün yeni bir imar yönetmeliği çıkararak, bürokrasiyi artırarak, içki yasaklarını yaygınlaştırarak, bu sektörü de boğazlıyoruz.
Bir sorun da bankalarda yabancı payının yüksek olmasıdır. Bankalara yabancı sermayenin hakim olmasının ne gibi sonuçlar doğuracağı 2001 yılında Arjantin örneğinde görüldü. Yabancı bankalar panik içinde bir gecede 31 milyar dolar dışarıya transfer ederek, Arjantin krizini derinleştirdi.
Ekonomik anlamda diğerlerinden daha önemli bir sorun da bu dış borçları Türkiye yatırım yapmak ve ülkenin üretim potansiyelini artırmak için değil, açıkları kapamak için aldı. Eğer bu dış borçları yatırım yapmak amacıyla almış olsaydık, bu yatırımlar kendi borçlarını öderdi.
Merkez Bankası, 2013 temmuz ayı itibariyle özel sektörün dış borçlarını açıkladı. Dış borçlar içinde en fazla pay, bankalar ve diğer finansal kuruluşlara aittir. İkinci sırada hizmetler sektörü geliyor. İmalat sanayi üçüncü sırada geliyor.
Bu sorunları toplum iyi takip ediyor. Ancak ekonomi yönetimi galiba buza yazılan yazılar olarak görüyor.

Yazarın Diğer Yazıları