Devlet can derdinde!
Kışanak’ın, “Senin devletin bana söz verdi” meydan okuması üzerine, “Burası benim devletimse benim toprağımdan çık dışarı” tepkisi ve bu tepkiyi veren üsteğmenin Genelkurmay Başkanlığı’na çağrılarak Genelkurmay Başkanı tarafından ödüllendirilmesi, devletin ölüm endişesi yaşarken gösterdiği zihnî ve ruhî bir refleksten başka bir şey değildir.
Söylediğimizi izaha çalışacağız. İnsanın ölümü ile devletin ölümü arasında pek çok benzerlik vardır. Biz Müslümanların inancına göre, insanoğlu son nefesini verirken geçmiş hayatı, gözünün önünde bir film şeridi gibi canlanır. Nerede hata yaptım, nerede doğru davrandım, bu hatalar ve doğrular sonucunda son durağım nere olacak sorusu, işte o anda hafıza ekranında belirir.
Bunun ilmen de böyle olduğu ispatlanmıştır. Bir insanın organlarının alınıp başkalarına hayat verebilmesi için o kişinin “beyin ölümü” beklenir. Ölüm tehlikesinin ciddiyetini algılayan beyin, hafızasını hızla gözden geçirir. Bunu niye yapar? “Bilgilerim arasında ölümüme sebep olacak bu problemden beni kurtaracak bir şey var mı?” diye yapar.
Savaş gibi, salgın hastalık, deprem gibi, isyan ve işgal gibi kendisini öldürecek boyutta bir tehlike ile karşılaştığında; kendisini yönetenler “oy derdi” ve “maddi çıkar” yani “ikbal hesabında” olsalar bile devlet de insan gibi “can derdine” düştüğünde hafızası harekete geçer.
Bu bir reflekstir. Devlet, ölümden kurtulmak için ölümü göze alır. Kişinin hafızası beyninde olduğu gibi devletin hafızası tarihinde, arşivinde, devletin genlerindedir. İnsan hafızası ölümle burun buruna geldiğinde, hazinesini gözden geçirerek bazen hayata tutunabilir. Meselâ bir köpek balığı saldırısından bu konuda on yıllar önce bir gazete parçasından gördüğü bir bilgiyi hatırlar, son çare olarak o bilgiyi tatbik eder, köpek balığını kaçırtabilir.
Aynı şey, devlet için de geçerlidir. Düşünülüp taşınılarak yapılmasa bile “can derdine düşen devlet” genlerindeki hafıza ile geri dönüş yapar. Hele bu Türk tarihi söz konusu olduğunda gözle görülür elle tutulur örnekler haline gelir.
Meselâ biz Orta Asya’yı terk ettik. Yurtsuz kalmadık. Moğol katliamlarını, Haçlı saldırılarını göğüsledik. Hititlere, Asurlara mezar olmuş bu topraklardaki Moğol ve Haçlı saldırıları normal milletler için “ölümcül” hadiselerdi. Daha sonra Balkanlar merkezli Osmanlı Devleti’ni kurduk. Bursa’daki başkenti Edirne’ye taşıdık, ardından İstanbul’u başkent yaptık. Yani hep Avrupa’daydık.
Devran döndü, ticaretin ’İpek Yolu’ndan Okyanuslara’kayması ve daha pek çok sebeplerden Balkanlar elimizden gitti. Başkent İstanbul işgal edildi.
Başkenti işgal edilen devlet hafızası, ölürken insan hafızasının yaptığını yaptı, yaşamak için genleri, geçmişindeki toprak terklerinin benzerinin yapma zamanı geldiğini hafıza hazinesinden çıkarttı ve İstanbul, Ankara’ya taşındı. Yöneticiler ikbal derdinde iken “benim canım sizin istikbalinizden önemli” dedi ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu...
...
Kışanak’ın “Senin devletin” küstahlığına verilen, “Benim devletimse çık dışarı” cevabı ve bu cevabı veren üsteğmene takdim edilen Genelkurmay Başkanlığı ödülü ile (ikbal derdindeki yöneticiler baypas edilerek) devletin hafızası, “can derdinde” olduğunun ilk örneklerinden birini vermiştir.