Ders mi vermiş olduk biz şimdi Avrupa'ya
Bir tarafta İpsala sınır kapısında, Yunanistan'ın sığınmacılara ateş açması sonucu ölen Suriyeli Ahmed…
Bir tarafta, Gaziantep'te kendi evinin önünde, bir grup Suriyeli berduşun saldırısına uğrayan kardeşini kurtarmaya çalışırken, 30-35 kişinin lincine uğrayan ve "Rambo bıçağı"yla boğazı kesilerek katledilen 23 yaşındaki Necati…
***
Bir tarafta, Sapanca'da komşularının tecavüzüne uğradıktan sonra 10 aylık bebeğiyle birlikte katledilen 9 aylık da hamile olan Suriyeli Emani…
Bir tarafta, şehit Güven Kurtulmuş'un, doğmadan babasız kalan evladı ve 4 aylık hamile eşi Seyhan…
***
Bir tarafta, İzmir'de komşuları tarafından öldürülen, Suriyeli 5 aylık hamile Manar ve 5 yaşındaki oğlu Muhammed…
Bir tarafta, Adana'da, Suriyeli bir gaspçı tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülen 17 yaşındaki Yakup…
***
Bir tarafta, Konya'da adres sorma bahanesiyle durdurduğu genç kızın eteğini kaldırarak taciz eden, İzmir'de 9 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismarda bulunan, Taksim'de kız çocuklarına sarkıntılık eden, Gölcük'te 14 yaşındaki bir kız çocuğuna musallat olan, Muğla'da köpeğe tecavüz eden Suriyeli sapık/sapkınlar…
Bir tarafta, "Rustan başka türlü dost olur" vakasındaki gibi salya akıta akıta, "kuma" diye, "imam nikahı" diye sözde evlilik adı altında, tecavüz edilmek üzere "kelepir" alınıp-satılan yüzlerce Suriyeli kız çocuğu…
***
Bir tarafta, İstanbul'un en işlek semtlerinde cadde kapatan, yanarlı dönerli tabelaları olan işyerleri açan, kazanan, doğuran, çoğalan, giderek daha da çoğalan, gettolar oluşturan, ayrıcalıklı sağlık hizmeti, ayrıcalıklı eğitim hizmeti alan, işi öz yurdunda Türk'e iş, aş ve dahi yaşam hakkı tanımamaya vardıran ve bu halleriyle her manada "tehdit"leşen Suriyeliler…
Bir tarafta, iş-aş umudu olmayan, yuva kurmak, yuvasına bakmak için "tezkere bırakan" gariban Türk çocukları…Veyahut "ülkü"leri uğruna ölüme bile koşar adım giden kahraman Türk subayları… O damsız, kapısı-camı kırık dökük evlerin yıkılan direkleri… Arkalarında hiç giyilemeyecek gelinlikler, hiç doğmayacak çocuklar, artık evine bir lokma ekmek getirecek evladı da kalmayan yaşlı, hasta, eli-ayağı tutmaz analar-babalar, sönen ocaklar bırakan Afrin şehitleri… Yunus Emre, Bilal, Şahin, Ahmet, Selim, Bekir, Cihangir, Ufuk, Oğuz Kaan, Fırat, Fevzi, Serdar, Burak…
***
Bir tarafta, şehit olursa devletin vereceği parayla Telafer'deki çocuklara kreş yapılmasını vasiyet eden Zeytindalı Harekatı şehidi Musa Özalkan…
Bir tarafta, el kadar bebeklerini-çocuklarını kaptıkları gibi sınır kapılarına koşturan, gecenin ayazına, Yunan TOMA'larının tazyikli sularına, pervasızca doğrultulan silahlardan çıkabilecek/çıkan kurşunlara, Ege'nin nicesine mezarlaşmış sularına o masumları da ortak eden "anne(!)"ler, "baba(!)"lar…
***
Bir tarafta, "yaşamın rahat, her şeyin bol olduğu, Türkiye'deki gibi çalışmalarının gerçekleşeceği Avrupa(!)"nın kapısında, pişkince, utanmazca "Sanki biz dedik Suriye'ye gidin" diyen, eli silah tutacak yaş ve güçteki Suriyeli gençler…
Bir tarafta, İdlib'in -ismi bildirilen- şehitleri… Ali, Halil, Cuma, Güven, Turgut Burkay, Ahmet, Emre, İbrahim, Selman, Tolga Can, Süleyman, Akif, Birhan, Mehmet Muhammet, Osman, Emin, Tayfun, Adem, Batuhan, Muharrem, Nihat, Mustafa…
***
Bir tarafta, canı gönülden katıldığım Suriyelilerin Suriye'ye dönmesi arzusunun muhafazası…
Bir tarafta, balıklama atlamak "içeriyi karıştırma tuzağına"; Suriyelileri sınır kapılarına kovma/kovalama hoyratlığı…
***
Bir tarafta, Suriye sınırımıza yığılmış haldeki binlerce terörist…
Bir tarafta, Avrupa sınırına yığdığımız kadınlar, çocuklar, bebekler…
***
Günlerdir izliyorum, dinliyorum, üzerine kafa yoruyorum;
Yunanistan'ın, bir gecede kapısına yığılan binlerce, onbinlerce mülteci/göçmen/sığınmacıya "Oooo hoşgeldiniz, ne iyi ettiniz de geldiniz, şöyle buyurun lütfen" demeyeceği aşikarken… Günlerdir sınırımızda yaşanan bütün o insanlık dışı görüntüler son derece öngörülebilirken… İşin sonunda, gönderdiğimizi iddia ettiğimiz ama muhtemelen büyük bölümünü gönderemeyeceğimiz göçmenlerin, bir de bu süreçte oluşan maddi-manevi yaralarını sarma yüküyle karşı karşıya kalacağımız ortadayken… Topluma yansımalarını tahmin etmek için kâhin olmak gerekmezken ve Türkiye'nin bugün ihtiyacı olan son şey bir iç kargaşa/çatışma ortamıyken…
Bir türlü emin olamıyorum;
"Avrupa'yı cezalandırmak", "ders vermek" için mi, Avrupa'nın gerçek, katil, acımasız yüzünü göstermek için, maskelerini düşürmek için mi serbest bıraktık sahiden biz bu insanları…
Yoksa, yüreğimizi İdlib'e gömdüğümüz o kara geceden sonra, "Suriyeliler" konusunda, siyasi iktidarı hedef alabilecek tepkilerin önünü kesmek için mi?
***
Bir tarafta, buna sebep olanların akıl almaz umursamazlığı!
Bir tarafta, buna tanık olmanın tarifsiz utancı!