Deli Dumrul modeli!..
İzlesen de izlemesen de, dinlesen de dinlemesen de; Ey Türk! Birinci vazifen daha çok çalışmak, daha çok kazanmak, daha çok harcamak ve TRT’yi ihya etmektir!
Bakanlar Kurulu “Kara taşıtlarının radyo-teyp çalarlarından kesilen yüzde 16’lık TRT payını neredeyse altıya katlayan yeni bir düzenlemeye” imza attı. Buna göre TRT payı, artık aracınızın fabrika çıkış fiyatı üzerinden, binde 8 oranında ödenecek.
“Binde 8” deyince “devede kulak” sanmayın. Bazı araçlarda 5 bin 500 liralara denk geliyor. Az para mı? Aylık geliri 5 bin 500 lira olan kaç kişi var?
Düzenlemeyle TRT her yıl ortalama 125 milyon 840 bin TL ek gelire kavuşacakmış. Karar “geçmişe dönük” de uygulanacak; yani yok öyle “benden sonra tufan” demek. “Söke söke” ihya edecekler TRT’yi.
Elektirik faturalarından kesilen yüzde 2’de aynen devam...
Verdikleri oylarla, suskunlukları, sindirilmişlikleri, ürkeklikleri, duyarsızlıkları, tepkisizlikleri, herşeye razı halleriyle “TRT kalkındırma toplumu” olmaya hak kazanan yurdum insanına geniş bir teknolojik cihazlar listesine eklenen “özel TRT vergileri” de bonus olarak sunuluyor.
TRT’nin dolaylı yoldan hem tüketicinin hem de üreticinin cebine ortak edilmesi üzerine yükselen tepkiler karşısında Sanayi Bakanı Nihat Ergün “Krizden çıkış ortamında kamunun harcamalarını fiananse etmek için satışı yüksek ürünlerden kamuya transfer yaratması normaldir” dedi.
Bedenini ve çelik gibi sinir sistemini tepkilere siper etmesi gereken kişi Ergün değil de İbrahim Şahin olmalıydı. İlla kabineden birine yıkılacaksa sorumluluk, bu iş TRT’den sorumlu Bülent Arınç’a düşerdi. Çünkü TRT’nin bütçe dengelerini sarsan “ekonomik kriz” değil “kurumdaki yandaş enflasyonu” oldu.
Arınç muhtemelen “TRT’ye giren paranın neden buhar olup uçtuğunu öğrenmik için milletin ceplerini temizliyoruz” der işi siyasten kitabına uydururdu da... Cumhurbaşkanı’nın geçmiş ve gelecek bütün itirazlara “rağmen” atamasını onayladığı bir bürokrat olarak İbrahim Şahin için, kamuoyunun karşısına çıkıp “Deli Dumrul” modeli gelir artırımına haklı bir gerekçe bulmak zor olmalı. Hele o bürokrat her fırsatta, kendi döneminde “elektirik faturalarından en az oranda TRT payı kesildiğiyle” övünüyor, “TRT’nin gelirleriyle de kendini karşılayan bir işletme olması için özel şirket mantığı ile kar odaklı çalıştığını” iddia ediyorsa...
Ki o “en az” dedikleri payın TRT’ye yıllık kazancı geçtiğimiz yıl eski parayla trilyonlarca liraydı!
TRT yöneticilerinin çok tartışılan reklam sürelerinin satışı ihalesini de “reklam gelirlerini ikiye katladığı (yılda 62 milyon TL)” gerekçesiyle savunduğunu es geçmemek lazım.
TRT’nin “sabit gelirleri”ni alt alta koyduğumuzda karşımıza “devlet bütçesi” gibi bir rakam çıkıyor. İyi de bunca para nereye gidiyor? Nasıl oluyor da mikrofiber yapısı ve sızdırmaz bariyerleri sayesinde sıvıyı içine hapsederek dışarıya çıkarmayan çocuk bezleri gibi, gelen parayı içine çekip, izlenilirlik, güvenilirlik, popülerlik vs. gibi artılar olarak dışarıya aktaramıyor TRT?
Post Medya dün “Mithat Bereket, Tayfun Talipoğlu gibi özel sektörde ömrünü tamamlamış ve program yaptırılmayan isimlerin TRT’ye doldurulması”nın yarattığı rahatsızlığa değinen bir analize yer verdi.
Sadece onlar mı, Şahin döneminde kimler geçmedi ki TRT ekranından:
Başbakan ile ev yemeğinin büyüsüne kapılıp, isli viskilerle kafayı bulan Emre Aköz ile AKP milletvekili Özlem Türköne’nin eşi Mümtazer Türköne program ortaklığı mı kurmadı? Taraf yazarı Önder Aytaç’tan, İbrahim Kalın’a, Yenişafak yazarı Tamer Korkmaz’dan Teoman Duralı’ya, Kanal 7’den transfer Bedirhan Gökçe’den, Yeni Asya’dan Osman Gökmen’e yandaş medyada ‘takdir edilecek adam kalmadı. Azıcık insaf!
Çeşitli bakanlıklardan ve kamu kurumlarından getirilen adli tıp me-
murlarına, zabıt kâtiplerine, kimya
öğretmenlerine ne demeli?
Vergisini ödeyen vatandaşın “TRT İbrahim Şahin’in çiftliği mi?” diye sormasına neden olan, “ballı kadrolar” neye yaradı? TRT daha mı çok izlenmeye başlandı? ‘İktidar borazanı’ algısı silinip yerine ‘kamu yayıncılığında itibarlı bir kurum’ imajı mı oluştu?
Tersine programcıların, “Tiraj sırasına göre okuyacağız. Dolayısıyla Zaman’la başlıyoruz” gibi gösterilerle kendisini gülüç hallere de düşürerek, muhalif gazetelere, gazetecilere uyguladığı sansür yüzünden TRT tarihinde en çok tartışıldığı dönemi yaşamadı mı?
TRT 1’de her pazar yayımlanan bir program var: Politik Açılım. Bir yanda Abdullah Gül’ün eski dostu Yenişafak’ın çiftkimlikli yazarı Fehmi Koru, karşısında “merkez”den devşirilen Derya Sazak, ortadada küreselleşmeci Fuat Keyman “gündem”i yorumluyorlar. Kim izliyor? Reytinge bakılırsa hiçkimse!
TRT yöneticileri istedikleri kadar kızıp köpürsünler, sormakta haklıyız: Fehmi Koru’nun gecekondudan malikaneliğe terfi eden ikametinin bakım masraflarını karşılamak için mi çalışıyoruz biz gece gündüz? Derya Sazak’ın Aydın Doğan’dan aldıkları yetmiyor mu ki alın terimizle besleniyor?
En ağır suçların yedi dakikada affının emsal teşkil etmesine dayanarak söylüyorum; “Bu yazdıklarınızın hukuk önünde bir bedeli vardır” işine hiç girmeyin! Ben TRT’de her kim ki hakkı olmayan bir makamı, hakkını vermeyerek işgal ediyorsa, ona hakkımı helal etmem. Biz ay sonunu getireceğiz diye göbeğimiz çatlarken, karşımızda göbek büyüten her kimse zehir zıkkım olsun.
++++++
Hukuk ve vicdan ihlaline tepki sürdü
Kanun önünde eşitsizlik
Yalçın Bayer / Hürriyet
Gerek Silivri’de yargılananlar, gerekse Kandil’den inip serbest bırakılanlar, TCK’nın aynı kısmında düzenlenen suçlamaların muhataplarıdırlar.
Silivri’de yargılananlar, isnat edilen suçlamaları kesinlikle inkâr ediyorlar, aynı kısımda düzenlenen suçları işlediklerini ikrar eden PKK üyeleri serbest bırakılırken, tutukluluklarının devamı dahi, gerek CK gerekse CMUK’un tatbiki konusunda ciddi ihtilaflar doğurabilecektir. Ceza Kanunumuzun temel ilkeler bölümü madde 3, Adalet ve Kanun önünde eşitlik ilkesini düzenlemiştir. Dağdan inip serbest kalanlar, Silivri sürecini etkilemeye başlamıştır.
Silivri’dekileri de bırakın
Rıza Zelyut / Güneş
HÜKÜMETİN emrine girmiş olan adalet; Habur’da PKK’lılara ‘Öyle konuşmayın, suç işlemiş oluyorsunuz!’diye akıl veriyor. Ve teröristin ifadesi suç olur diye tutanaklara yazılmıyor ki serbest bırakılabilsin. Aynı adalet; AKP’ye karşı olan yapılanmaya ise en sert ceza maddelerini istiyor. Devlete silah çekersen affedilirsin ama AKP’ye karşı olursan, PKK’lıdan daha ağır terör suçlusu yapılırsın... AKP; Türk devletinden daha mı önemlidir?
Kimse bana bağımsız yargıdan söz etmesin o yargıyı Habur’da gördük. Ergenekon davasının siyasi bir dava olduğunu herkes biliyor. Devlete karşı işlenen suç görmezden geliniyorsa; AKP’ye karşı olanların örgütlülüğü de görmezden gelinmeli; Ergenekon tutukluları hemen serbest bırakılmalıdır...
“Paşa yapılsın, maaş bağlansın, Bodrum’a yerleştirilsin” önerisini duyunca, Apo bile üzülmüştür herhalde halimize, “Vah vah” demiştir içinden, “Allah kimseyi bunların durumuna düşürmesin”
demiştir.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
Karşılığı bu mu olmalıydı?
Tufan Türenç/ Hürriyet
Bu ülkenin insanlarının yıllarca terör örgütünün verdiği acılara tahammül etmelerinin karşılığı bu mu olmalıydı? Madem dünyanın en kanlı terör örgütünün üyeleri sorgusuz sualsiz affedilecekti... Madem böyle bir anlaşmaya boyun eğilmişti. Parça parça gelişlere ne gerek vardı? Hükümet bir genel af çıkarsaydı, inanın millet bu kadar rencide olmazdı. Türkiye Cumhuriyeti teröristlere karşı hukukunu uygulayamaz durumu da düşürülmezdi. Şimdi vicdanlar teröristleri usulen sorgulayıp affederken bilim adamlarının, generallerin, yazarların, gazetecilerin boyunlarına terör örgütü üyesi yaftası asarak demir parmaklıklar arkasına kapatılmalarına nasıl razı olacak? Adalet Bakanı kendisine dünya hukuk tarihinin kara sayfalarında yer verileceğini bilmiyor mu? Vicdanlar sürekli kanıyor.
Beklenmedik hiçbir şey yok
Hikmet Bila / Vatan
Aylarca ne “DTP’nin barışçılığı” kaldı ne “Ahmet Türk’ün sağduyusu”... Oysa ne Ahmet Türk ne diğer DTP önde gelenleri ne Kandil ne İmralı’nın barışa niyetleri vardı. PKK saldırılarını kınamak bir yana, “Asker silah bıraksın” diyenler onlardı.“Kürdistan’ın haritasını çizdik” diyenler onlardı. “Halkı sokağa dökeriz” diyenler onlardı. Üstelik, gizli gündemle falan değil, açık açık söyleyen ve sözleri doğrultusunda hareket edenler onlardı. Şimdi onlardan ricacı olan yetkilileri ve kalem erbabını hayretle izliyoruz. PKK’lıların törenlerle, kutlamalarla, kahramanlar olarak karşılanması biraz ayıp oluyormuş. Ne bekliyordunuz? Ne dedilerse onu yaptılar.
GÜNÜN SORUSU
ABD, “Kürt açılımı” nda gelinen noktadan duyduğu memnuniyeti açıklamış... Hani PKK’yı küresel terör örgütleri listesine almışlardı? Eğer öyle olsaydı; bu terörist örgütün bayrağının Türkiye’de özgürce dalgalanmasından üzüntü duymaları gerekmez miydi?
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Aklın yolu bir
Taraf iyi ki böyle bir haber yapmış... NTV yöneticileri, özellikle de ‘Yazıişleri’ programını hazırlayan Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır zamanında Taraf’ı yıkayıp yağlayan, yalancı muhabirini televizyonda ağırlayan ve ona büyük gazetecilik başarılarına imza etmiş biri muamelesi yapan tam da bu ikisiydi...
Seçtikleri yazarlarda özellikle Taraf’ı kayıran, bu gazetenin haberlerini doğru kabul eden, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde Taraf’çı duran da ‘Yazıişleri’nin ikilisi değil miydi?
Başkaları hakkında böyle komplo kokan haberler yaptığında Taraf’ın inandırıcılığını sorgulamıyorlardı; başlarına geldiğinde haklı olarak sinirleniyorlar.Keşke, medya eleştiri programı yaparken herkese eşit mesafe ve objektif tavırla yaklaşsalardı... Yine de bir musibet, bin nasihatten iyidir...
* Oray Eğin / Akşam
++++++
Basın ahlakı mı?
Son iki yıldır basınımıza egemen olan “acar gazeteci refleksi”ni birlikte izledik. Soruşturmanın gizliliği, masumiyet karinesi gibi evrensel hukuk ilkeleri ayaklar altında çiğnendi. Hukuk hatırlatıldığında bizim zehir gazeteciler: - Önüme yazı gelince içeriğine bakarım, haberse gözümü kırpmam yayımlarım... Benim gazetecilik refleksim ağır basar babam olsa dinlemem, gibisinden efelik sergilediler. Birkaç gün önce Aydınlık dergisi Tayyip Erdoğan’n 2004 yılında Mehmet Ali Talat ile yaptığı telefon görüşmesini yayımladı. Konuşmanın içeriği ilginçti. Kamuoyunda çok merak edildi. Ama basınımız bu defa suça teşebbüs etmedi. Konuşmayı hiçbir gazete yayımlamadı. Basın ahlakı geri mi geldi? Yoksa sıkıyı görünce refleksler çalışmıyor muydu? Anlaşılamadı...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Hortumculuğa da meyletti
Hortumculuk, 73 milyon halktan toplananın, 1 özel kişiye aktarılmasıdır.
İşte Nobel ödülü almış Avrupa’nın ve Türkiye’nin en çok kazanan büyük yazarı Orhan Pamuk da İstanbul’un Çukurcuma semtinde eski bir apartman dairesini “Masumiyet Müzesi” adıyla müzeye dönüştürme masraflarına katkı olsun diye “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti” için toplanan paradan 754 bin TL almış.
Orhan Pamuk Vakıf kurmuş. 2010 çanağına baş vurmuş. Müzem için para verin demiş. Projesini incelemişler.
“İstanbul kültürüne katkıdır” sonucuna varmışlar, parayı vermişler. Orhan Pamuk, gazetelere verdiği röportajda (11 Ekim 2009 Sabah Gazetesi Yasemin Taşkın’ın Masumiyet Müzesi söyleşisi) müzeyi kendi parasıyla yaptırdığını söylüyor.
Bu müzeyi yaptıracak parası Allah’a şükür fazlasıyla var fakat yine de genelden toplananı özele aktarma kurnazlık rüzgârına tutuluyor.
Hortumculuk bulaşıcı!
Nobel’li, Nobel’siz dinlemiyor.
* Necati Doğru / Vatan
++++++
MİNİ YORUM
Aferin sana; okuma gazete
Üç kadın sohbet ediyor. “Tayyip”e öfke dolular. O bildik görüntülere tepki, şehit aileleriyle empati. Geldikleri yer:
“Artık gazete filan okumuyorum zaten.”
Aferin sana. Başladığımız yer de orası değil miydi? Okumayı, düşünmeyi unutup gösterileni ezberlemeye başladıktan sonra gelmedi başımıza gelenler...