Davos'un ruhu, Hamas'ın şifresi
Perşembe günü Davos’ta sanki “küçük kıyamet” koptu. Başbakan Erdoğan, Türkiye için “Davos ruhu” nun öldüğünü ilan etti. Ölen bu ruh, “reenkarnasyon” yoluyla tekrar döner mi, dönerse nasıl ve ne zaman döner bilinmez. Ama bir rüzgârın estiği kesin. Rüzgâr böyle kalır mı, yoksa kasırgaya veya dip dalgasına dönüşür mü, dönüşürse ne olur, bütün bunları görmek için de beklemek gerekir.
Davos oturumunda taraflar ne demiş, ne yapmış önce onu hatırlayalım.
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres; “Mübarek ve Abbas durumu sizden çok daha iyi biliyor... İstanbul’a füze yağsa siz ne yapardınız?” diye soruyor. Bunu da, Erdoğan’ı göstererek, el kol hareketleriyle ve yüksek sesle yapıyor.
Erdoğan ise; “Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın... Sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir... Öldürmeye gelince, siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum...” şeklinde konuştuktan sonra, oturumu yöneten moderatörün taraf tutmasına da öfkelenerek “bir daha Davos’a gelmeyeceğini” ilan etmiştir.
Karşılıklı olarak sarfedilen bu sözlerin, ülkemiz için ne getirip götüreceğine dair çok yönlü tartışmalar yapılıyor. Biz konunun başka bir yönü üzerinde duracağız. Önce bu olayın; ülkemizde büyük bir coşkuyla karşılanmasının psikolojik zeminine temas edeceğiz. Sonra bu olayı; dış politikamızda bir değişikliğin işareti mi, yoksa sadece Hamas’la sınırlı bir tavır olarak mı görmemiz gerekiyor, bunu anlamaya çalışacağız.
Erdoğan’ın Davos çıkışı halktan büyük onay aldı. Bunda şüphe yok. Zira; yıllardır aşağılanan, onuru sürekli zedelenen Türk insanı, adeta bunalıma girmişti. Türkiye düşmanı aşiret reisleri, eli kanlı bölücü teröristler, TBMM’deki silahsız bölücüler, Rumlar, Ermeniler, hasılı her önüne gelen Türk Milleti’ne veryansın ediyor, ama hiçbir zaman hak ettiği cevabı almıyordu. Hatta bütün bunlar; demokrasinin, özgürlüklerin ve iyi komşuluk ilişkilerinin gereği olarak değerlendiriliyordu.
İşte böyle bir psikolojik ortamda, Davos çıkışı oldu, halk önünü arkasını hesap etmeden, “Ooh” çekti, seller gibi coştu. Büyük bir tarihe, medeniyete ve muktedir bir egemenliğe yakışan tavır böyle olmalı dedi.
Peki Davos çıkışı, bir politika değişikliğinin işareti olabilir mi? Bunu anlamak için şu soruların cevabını bulmalıyız. Tabii Davos üslubunun düzeltilmiş haliyle. Mesela; Türkiye’den alenen ve resmen toprak isteyen Ermenistan, şu Barzani, Yunanistan, TBMM’de devletimize ve milletimize meydan okuyan bölücüler, Kıbrıs’ta Rumlar ve diğer saldırganlar hak ettiği cevabı alacaklar mı? Erdoğan Davos’ta çıkış yaparken, Avrupa Parlamentosu’nda 5’incisi yapılan “Türkiye ve Kürtler Konferansı” nda konuşan Ahmet Türk’ün şu sözleri: “Kürtlerin kendi coğrafyasında, kendilerini özgürce yönetebileceği sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda bir yönetim.. kimliğinin anayasal güvence altına alınması ve anadilde eğitim istenmektedir.”
Perez’in söyledikleriyle kıyaslanması asla mümkün olmayan hayati önemdeki bu; egemenliğimize, birliğimize ve vatan bütünlüğüne yönelik saldırılar, bugüne kadar olduğu gibi geçiştirilecek mi? Yoksa, hak ettiği cevabı alacak mı?
Evet Davos çıkışının bir politika değişikliğine işaret edip etmeyeceğinin cevabı
burada.
Erdoğan’ın çıkışı, sadece Hamas’la sınırlı kalacaksa, düşünmeliyiz. Bu Hamas işinde bir şifre mi var? Komşumuz Irak’ta, 1 milyondan fazla Müslüman katledilmedi mi? Namuslu ev kadınları ve kızları sokağa düşürülmedi mi? Kerkük ve Telafer’de Türkler kıyıma uğramadı mı? İnsanlığın yüzünü kızartacak facialar 2003’ten beri yaşanmıyor mu?
Peki bütün bunlara karşı iktidardan ve yandaşlarından tek itiraz sesi çıktı mı? Tek miting yapıldı mı? Maalesef tam tersi oldu, gururla, “Bize BOP’un eşbaşkanlığı verildi” denilerek, bütün bu yapılanlara, bir manada arka çıkıldı?
Bu gerçekler karşısında oturup, önce Türkiye’mizi düşünerek bir vicdan muhasebesi yapalım. Sıra Hamas’a gelince niçin feryat ediliyor? Bu ayrımın anlamı ne? Buyrun cevabı kendinize verin.
Derdimiz, ilke olarak insana, hak ve menfaatlerimize sahip çıkmak değilse, nedir?