Davos rüzgârı ve hasar tespit çalışmaları
Davos’ta yaşananlar malum. Kasırgaya dönüşebilecek bir rüzgâr, tarafların anında yaptıkları müdahalelerle kontrol altına alınarak, bir ölçüde yumuşama yoluna sokuldu.
Erdoğan’ın olay yerindeki, “Benim tavrım moderatöre... Herhangi bir şekilde ne İsrail halkını, ne Peres’i, ne de Musevi halkını hedef aldım!” açıklaması etkisini gösterdi, hemen arkasından Peres’in aynı mahiyetteki sözleri, etkili oldu.
Türk-İsrail ilişkilerini rayına oturtma gayretleri sürdürülüyor. Gerçekten hasar tespit ve tamir çalışmaları dikkatle yürütülüyor. Nitekim, Erdoğan’ın Amerikan Washington Post gazetesinde yer alan, “Yahudilere bir şey yapmak isteyen de karşısında beni bulur” ifadesi ileri bir adımdı, önemliydi.
Bu tedavi gayretleri gösteriyor ki, Davos olayı, iki taraf için de yanlış olmuş.
Şimdi zararı en aza indirmek için aklın gereği yapılıyor. Ama iyileştirme hangi düzeyde olursa olsun, İsrail ve Yahudiler bunu unutmayacak, (kültürleri böyle) cezalandırma (!) peşinde koşulacaktır. Bunu yaparken de, açık vermemeye azami dikkati göstereceklerinde şüphe yoktur.
Biz buna “dip dalgası” diyoruz. Türkiye, tedbirli olmalı, bunun gereğini de yapmalıdır.
Sözler doğru, ama icraat...
Erdoğan’ın konuşmalarındaki doğruları, uygulamada bulamıyoruz. Son örneğini Davos dönüşünde, coşkulu kalabalığa söylediklerinde görüyoruz. Diyor ki: “Artık başkaları ne der değil, Türkiye’siz başkaları ne yapar diye düşünmek gerek.”
Çok güzel. Ama buradaki “artık” sözü, acaba bir itiraf mı? Böyleyse, olumlu bir gelişme olarak karşılar, teslimiyetçi politikalar terk ediliyor diyebilir, memnun oluruz. Değilse...
Erdoğan geçen ay içinde Brüksel’de AB yetkilileriyle bir dizi görüşme yaptı. Bu konuda Olli Rehn ne demiş bakalım. “...Eğer her gelişinde Türk-AB ilişkileri böylesine bir sıçrama yapacaksa, Erdoğan buraya daha sık gelmeli... Erdoğan Komisyon ve Parlamento’yu ikna etmeyi başardı.”
Peki Erdoğan ne dedi ki, AB ikna oldu, Olli Rehn’i sevindirdi. Ona da bakalım. Özetle; 2007-2008 döneminde TBMM’de AB süreciyle alakalı 30’dan fazla yasa kabul edildi. Vakıflar Kanunu ve TCK’nın 301. maddesinde yapılan değişiklik gibi. 24 saat Kürtçe yayın yapan TRT 6, gelecek 4 yılda gerçekleştirilecek yeni reformlar için yol haritası olacak. 2009 Türkiye-AB ilişkileri açısından ’bir sıçrama yılı’yapılacak. Bu listeye Devlet Bakanı Şimşek, Nâzım Hikmet’e vatandaşlığının verilmesini ilave ediyor.
Yukarıda sayılan düzenlemelerin hiçbirinin, diğer siyasi taleplerde olduğu gibi, AB müktesebatı ile ilgisi yoktur. Hatta tamamen aykırıdır. Vakıflar Kanunu, etnik lehçelerden yayın, 301’in değiştirilmesi gibi, ülke bütünlüğüne ağır zararlar verecek düzenlemeler, sırf AB istiyor diye yapılıyor. Erdoğan da bunun hesabını verip övünüyor.
2009 sıçrama yılı olacaksa, müzakerelerin önünü tıkayan siyasi tavizler bir bir verilecek demektir. Kıbrıs’tan başlayıp, Ermenistan’la devam eden, PKK ve Barzani’yi içine alan “siyasi” reformlar.
Bütün bunları, Erdoğan’ın “artık başkaları ne der diye değil...” ifadesiyle birlikte düşünmek için hatırlatıyoruz. Bu bir. Sonra, İsrail’le restleşmeye girilince. Ne kadar düzeldi denirse densin, güç almak ihtiyacıyla Türkiye AB’ye daha da fazla yanaşacak, adına “siyasi” reform denilen, Türkiye’nin parçalanmasına yarayacak düzenlemeleri daha da hızlı yapmaya çalışacaktır. Bu endişemizi de dile getiriyoruz. Bu da iki.
Son söz
Devlet işlerinde; kahramanlıkla kabadayılığı, seçmenden daha çok oy almakla milli menfaatlerimizi korumayı, millet ve devlet üzerinden kumar oynamakla hesaplı ve sağlam adım atmayı, birbirinden ayıramadığımız sürece, başımız beladan nasıl kurtulabilir?