Damal'ın Dağı'nda Atatürk mucizesine tanıklık ve Gündeş'te gördüklerim…

Yıl 1968… Mayıs ayı bitmiş Haziran'dan günler almaya başlamışız. Birinci sınıf öğrencisi olduğum Erzurum Atatürk Üniversitesi tatile girmiş. Ben de babamın Ziraat Bankası Müdürü olarak görev yaptığı Ardahan'ın (o zaman Kars'ın) Hanak İlçesine gitmişim.

Hanak sözün gelişi ilçe o zaman, köy gibi bir yer. Beş dakikada bitiyor tek caddesi. Ziraat Bankası, bağdadi duvarlı üç dükkânın birleştirilmesiyle oluşturulmuş.

Sıkılıyorum fena halde… Tek eğlencem Ardahanlı Servet'in sineması… Geceleri soluğu orada alıyorum, başka dünyalara açılma yerim orası…

Babam fark etti sıkıldığımı, dedi ki bir gün "Damal'ın bir köyüne gidiyorum, sen de gel oğlum…"

Damal ilçe değil o zaman, Hanak'a bağlı bir yerleşim yeri, askeri bir birlik de var orada.

Vardık Damal'a bizi bir sürpriz bekliyordu, Karadağ sırtlarında Atatürk siluetinin görüldüğü günlermiş, gidip izledik.

Teey yücelerden Görklü Tanrımız, bir gölge düşürmüştü ki, sop-somut bir mucize… Bir çoban görmüş onu 1954 yılında ve muştulamış: "Atatürk dağımızda, kutluluk Damal'ımızda."

Ona benziyor işte, şeksiz şüphesiz… Güneşle dağın ve Yaradan'ın ince hesabı, karşı yatan ulu dağlarda… O çalapsal çizim, o anıt-gölge… O gelmeden onun yüzü, hazırlanmış olmalı yüzyıllar boyu… Selanik, Samsun ve Damal, üçüncü doğum… Bir uygarlık yalvacı sayılıyordu burada eşsiz Atatürk…

O yıllarda bu denli ayırdında değildim, sonraki yıllarda hep düşünmüşümdür. Buraya Said Nursi'nin silueti düşse idi, neler olurdu, o dağ nasıl bir kutsallık kazanırdı, Nurcular nasıl ballandırır abartırlardı bu olayı.

Sonra o köye hareket ettik, Gündeş'e…

O günkü izlenimlerim pek çok… Ardahan'ın o eşsiz otlakları, ot adam boyunda, içi türlü çiçek, rengârenk… Köyün girişinde bir adam, çayırın ortasında. Upuzun bir boyu var, palto giyinmiş o ayda… Yüzü güneş ve yel yanığı, değme plajda öyle yanamazsınız… "Adayan gurban, canayan gurban" dedi babamın sorularına yanıt verdi.

Kızılbaş Türkmen Köyü burası… Kadınların özel giysileri var; erkekten kaçma, utanma yok. İnsanın gözünün içine bakıp konuşuyorlar dik dik… Doğadaki her renk var bu giysilerde. Başlıklara, cepkenlere, kat kat eteklere bakmaya doyamıyor insan… Kollarına sarılı ak dolaklar var. Yanımızda o yörenin çocuğu olan bir memur vardı, gülerek "Bir Türkmen kadını 10 dakikaya ancak soyunur" dedi babama. Bu giysileri şimdilerde oralarda halk oyunu ekipleri dışında giyen kalmadı. Bebeklere giydiriliyor ustaca, "Damal Bebek" adıyla ilgi görüyor büyük kentlerde.

Tam o sırada bir adamın dikkatini çektim, sordu, üniversite öğrencisi olduğumu, müdürün oğlu olduğumu öğrendi. Babamdan izin aldı, banka işlemlerinin yapıldığı evden çıkardı beni. Köyün içinde dolaşmaya başladık. Katmer getirdi bir evden "Al sıcak sıcak ye" dedi, nefisti. Bir duvar dibine iki sandalye attırdı, ayran getirip ikram etti bir Türkmen kızı. "Bu gızı sene alem mi ola?" dedi. Çok utandım, kıpkırmızı oldum, o kahkahalar attı. Kıza gelince, o çok rahat, yüzüme bakıp gülerek gitti. Bağlama çalıp deyişler söyledi o adam, Dede Korkut'tan öyküler anlattı. Bayburtlu olduğumu öğrenince "Kusura kalma, alınma, Bamsı Beyrek hikayesinden dolayı bizde 'Bayburt gâvuru' deyimi çok kullanılır" dedi.

Yazarın Diğer Yazıları