Çuvaldız
Tarihi bir binanın (veya herhangi başka bir yapı/alanın), bir kişiye/gruba/kuruluşa sadece ama sadece "iktidara yakın olduğu için" tahsis edilmesi, hiç şüphe yok ki bir kokuşmuşluk göstergesidir.
Bir ihalenin, bir kişiye/gruba/kuruma/kuruluşa sadece ama sadece "iktidara yakın diye", iktidar öyle arzu ediyor, onu işaret ediyor diye verilmesi, tartışmasız, sistemdeki yozlaşmanın en aleni tescillerinden biri belki de ilkidir.
Buraya kadar sergilenen bütün itirazların hakkı var; bütün tepkiler normal.
***
Peki ya, aynı yapının/alanın, bir kişi/grup yahut kuruluşa "sırf muhalefete yakın olduğu için" tahsis edilmesi?
Bir ihalenin, birilerine sırf "muhalifler" diye verilmesi?
"Bunca yıl bekledik artık sıra bizde" denilebilir mi?
Bunlar da aynı derecede sorunlu işler değil mi?
***
Kamuoyunda, siyaset kurumunda ve elbette biz gazeteciler arasında bu "haklı eleştiri" konularının üzerine gidebilmenin birtakım önşartları olmalı;
Dürüstlük gibi… Adalet gibi…
İktidar yandaşları, yağdanlıkları, yalakaları, her nasıl ki, kendilerine "hak" saydıklarına, fail muhalefet olunca "haksızlık" yaftası yapıştıramazlar daha doğrusu yapıştırmamalılarsa…
Muhalefetin kendi dar iktidar alanınına üşüşen dalkavuklar da, iktidar sergilediğinde "haklı olarak" eleştirdikleri tavır ve tutumların aynılarını, muhalefet yaptığında normalleştiremeye kalkışamaz; kalkışmamalılar.
Ne bugüne kadar yaşanan mağduriyetlerin telafisi, ne rövanş; bunun hiçbir kabul edilebilir izahı olamaz.
***
Bu tutarsız yaklaşım bir fiile dönüştüğü için yazıyor değilim.
Ama bu tutarsızlığın "artık fiile dönüşmesinin" nasıl beklendiğini görmüyor da değilim!
Özellikle halleri bir kaşık balın üzerine üşüşen sinek sürülerini andıran meslektaşlarıma soruyorum:
Biz bunca yıl neyin mücadelesini verdik?
THY'nin, TRT'nin, kamu bankalarının, belediyelerin ambargolarına karşı ne dedik? Sadece maddi ölçekte değerlendirmeyin; "uçak gazetecileri"ni niye alay konusu yaptık? "Akreditasyon" uygulamalarının nesinden rahatsız olduk?
"Ona verdi, bana vermedi" daha "açık" ifadeyle "onu besledi, beni beslemedi", "onu çağırdı, beni çağırmadı" mıydı bütün derdimiz?
Değildi.
Biz ne "bir gün bizi de bir besleyen çıksın" diye direndik direndiğimiz güçlüklere, ne "biri de bizi kayırsın" diye… Biz "ölçüler" olsun istedik sadece; ve eşit uygulansın herkese…
Neden bu muhalif iktidara(!) "makbuller" oluşturma gayreti öyleyse?
Neden bu "körler sağırlar birbirini ağırlar" hali, sözüm ona demokrasinin ete kemiğe bürünmüş hali olan TV'lerde, gazetelerde, köşelerde…
İddia olunan ana akım kanallarda bütün mevzuların sağdan sola beş, soldan sağa yine aynı beş isimle konuşuluyor olmasını eleştiriyoruz ya… Daha çok sesli bir düşün ortamı oluşturma iddiasındaki muhalif mecraların da kendi Nagehan'larını, kendi Metin'lerini, kendi Hakan'larını, Turgay'larını, Buket'lerini dayatması ne pekala?
***
Tahsiste mi bulunacaksınız; güdülen kamu yararı mı, değil mi?
İhale mi vereceksiniz; yapılacak işin ehli mi, yeterlilik sahibi mi, değil mi?
Konuşacak mısınız/konuşturacak mısınız; sahibin sesi mi, aklı, mantısı, vicdanı mı sesini dinlediği; cebi mi, ilke-idealleri mi mücadelesinin güdüleyicisi?
Zor mu bu ve benzeri sorulardan ibaret kılmak teraziyi sahi!
SORU-YORUM
Saz çalıp türkü söylettikleri günlerde de, bende pek "sevimli" algısı yaratabilmiş değildi gerçi de, sorayım yine de:
Türkiye'nin 40 yıllık tecrübesi dururken, Selahattin Demirtaş'ın terör/terör örgütü karşısındaki pozisyonunu veya yazdığı kitabın tiyatroya uyarlanmasını takiben yaşananları, Türk askerinin hendeklerde son bulan kanlı bir mücadeleye çekildiği günlerde, ekranlarında/programlarında aynı Demirtaş'a saz çalıp türkü söyleten, onu "minnoşlaştırmaya" çalışanların toplum mühendisliğine göre mi yorumlayacağız yani?
Aradıkları "kutuplaştırıcı" olmayın
Milli Eğitim Bakanlığı'nın rehber öğretmenlere dağıttığı o kılığına göre "anne" ayrıştırıcısı kitabın savunulacak hiçbir yanı yok. Ama yine de, tepki olarak, AK Parti'nin, büyük bir ustalıkla, kendi tabanında safları sıklaştırmak için kullanacağı türden bir "gürültü" çıkarmak yerine, iktidara "Kadına dair bütün erdemlerin yegane timsali "başörtülü" anneler ise, kadına şiddet, taciz ve istismarla mücadeleyi neden iç çamaşırıyla sahne yapan kadınlarla yürüttüklerini" sorun, geçin derim…