Çoklu terör açmazı (2)
Son dönemlerde PKK, ülkemizin Doğu ve Güneydoğu kesimlerinde ve metropollerde yaptığı kanlı eylemlerle dünya gündeminde kendisine bir hayli yer buluyor. Bu eylemlerin gerçekleşmesinde iç ve dış olmak üzere birden çok etken olduğu çeşitli mecralarda yazılıp çizilip, dile getiriliyor. Bize bakan yönüyle; biz ülke ve millet bütünlüğümüzü koruma adına terör örgütüyle mücadele eden, kanlı bir terör örgütünü yok etmeye yönelik operasyonlar düzenleyen bir ülkeyiz. Öyle ki; son dönemde PKK ile mücadelemiz, bazı dünya devletlerince bir "iç savaş" olarak nitelendirilmeye dahi başlandı. PKK ile mücadelede ne kadar samimi olunduğu ve gerçekten bazı siyasi çevrelerin asıl amacının ne olduğu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte bu yazıda üzerinde durulmayacaktır.
Yazının, IŞİD'i konu alan bölümünde bahsettiğimiz; karşı ittifak oluşturmuş ve Türkiye'nin de müttefiki (!) olan ülkelerin birçoğu, kameralar karşısında Türkiye'nin toprak bütünlüğünü savunarak, PKK'nın bir terör örgütü olduğunu dile getirirken, çeşitli platformlarda Türkiye'nin PKK konusunda haksız taraf olduğu ve bu sorunun iki taraflı çözüme kavuşturulması gerektiğini ifade etmekten de geri durmuyor. Aynı ülkelerin, el altından ve gizli yollarla bu örgüte silah ve para yardımı yaptığı sağır sultanın bile bildiği gerçek olarak önümüzde duruyor... Daha da ilginci, son dönemde IŞİD'in Fransa ve Belçika'daki eylemlerinin ardından, yabancı basında; IŞİD'in yok edilmesine yönelik olarak, bölgede bulunan ve fakat yeterli askeri gücü bulunmadığına inanılan YPG, PYD, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi gibi bölgedeki Kürt kesimlere gerekli ve yeterli finansman ve silah yardımı yapılması gerektiği dahi açıktan ve sesli olarak dile getirilmeye başlanmıştır.
Bir taraftan müttefiki olduğumuz bu ülkeler IŞİD konusunda aynı safta yer aldığımızı açıklarlarken, diğer taraftan Irak ve Suriye'deki, dolayısıyla dışarıdan da ülkemize sızan PKK ve benzeri diğer örgütlerin, ağır silahlarla donatılmasını istiyorlar. Hem de bunu ülkemizin Doğu ve Güneydoğu'sunda güvenlik güçlerimizin tarihin en kapsamlı terör operasyonlarını yaptığı dönemde seslendirmeleri pek manidardır. Biz, gerçekten bu ülkelerle müttefik miyiz? Bu ülkeler bizim toprak bütünlüğümüzü gerçekten ve samimi olarak istemektedirler mi? Ya da bu ülkelerin bu topraklardaki asıl emelleri nedir?..
Ayrıca, güvenlik güçlerimizce yapılan bu operasyonlar dış basında bir "iç savaş"mış gibi lanse edilmeye çalışılarak, bölgede yaşayan halkın güvenliğinin tehlikede olduğu savı güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Yoksa bu sayede "Büyük Kürdistan(!)"a giden yol, uluslararası güçler tarafından aralanmaya mı çalışılmaktadır?! Bu açıdan devlet yetkililerimizin -özellikle PKK konusunda- ülkemizin toprak bütünlüğünün korunması adına çok hassas ve dikkatli adımlar atmaları gerekmiyor mu? Aksi takdirde Türk milleti olarak, Irak ve Suriye halklarının yaşadığı zulmü yaşamama garantimiz olmayacaktır.
Son olarak Orta Doğu bataklığı dediğimiz Irak'taki istikrarsızlık ve özellikle de Suriye'deki iç savaşın, derin güçlerin bölgedeki emellerine ulaşması adına çok büyük bir önemi bulunmaktadır. Çünkü, doğal kaynaklar açısından bir cennet olan Orta Doğu, bu karışıklıklar sayesinde tekrardan şekillendirilecek, her yönüyle istenildiği gibi sevk ve idare edilebilecektir. Bu açıdan, iç savaşla birlikte, IŞİD probleminin(!) var olması bölgeye daha geniş çaplı daha kanlı bir müdahaleye imkân sağlamış olacaktır. PKK ve diğer bağlantılı örgütlerin bu plan içerisindeki yeri de unutulmamalıdır. Ancak bu şekilde pazılın parçaları sağlıklı ve doğru olarak bir araya getirilecek ve asıl amacın ne olduğu görülebilecektir.
Dolayısıyla ülkemizin Doğu ve Güneydoğu'sunda yanan ateşin, Suriye'deki iç savaşın ve bölgedeki kaos ortamının, IŞİD'in bölgedeki varlığının, komşumuz konumundaki hemen hemen tüm ülkelerin ancak savaş durumunda rastlanılacak şekilde, helikopter, savaş uçağı, ağır silahlar ve füze sistemleriyle donatılması doldurulmasının ve en önemlisi de Doğu Akdeniz'in onlarca ülkenin savaş gemileri ile dolup taşmasının artık birbirinden bağımsız düşünülmemesi gerekmektedir. Orta Doğu cehennemi yeni ve çok daha büyük sıkıntılara gebe görünmektedir. Asıl sorun ise ülkemizin bu sıkıntıların neresinde olacağı ve nasıl etkileneceğidir. Ülkemizin, milletimizin geleceği açısından bu soru ve sorunları içerisinde barındıran çoklu açmazın menfaatlerimiz göz önünde bulundurularak aşılmaya çalışılması ve doğru hamleler yapılması gerekmektedir.
İki günlük bu değerlendirmenin ardından, Brüksel'deki patlamayı yeniden çok sağlıklı kafayla değerlendirmek elzemdir. Türkiye'deki tasvip edilemez her pisliği, devleti kirli göstermek ve vatandaşın gözünde itibar kaybetmesi için "derin devlet" algısı ile oynayan "İslamcı"ların, artık Türk milletinden ve tüm Müslümanlardan çok büyük özür dileme zamanı gelmiştir... Brüksel'deki saldırı sadece Avrupa'nın bir başkentine değil aynı zamanda NATO'nun başkentine yapılmıştır. Şu veya bu nedenle hiçbir zaman masum insanların öldürülmesini kabul etmem. Fakat, herhalde NATO'nun başkentinde güvenlik zafiyeti, istihbarat zafiyeti gerekçeli tartışmalar sizde de acı bir tebessüm bırakmıştır. IŞİD, PKK ve benzeri derin NATO yapılanmalarının nereye hizmet ettiğini -hiç istemem- yakın zamanda Müslümanların yaşayacağı büyük acılarla bir kez daha göreceğimiz Perşembe'nin gelişi gibidir.
Unutmayın!.. Kendi yasalarında NATO, bir terörle mücadele gücü değildir. Ve kendisine asla böyle bir yetki verilmemiştir. Türkiye'nin bu kanlı badireden sıyrılması ve dünya insanlığını kurtarabilmesi için de -diğer yandan tezgâhlanan- kişiye yönelik darbe algı oyunlarını da yutmayın. Biz Müslümanlar, Allah'ın kendisinden başkasını Rab edinmeyi yasakladığını unutur muyuz?..
Unutursak; Libya, Mısır, Lübnan, Irak, Suriye ve...