Çöken bina, ölen insan!
Kartal'da 7 katlı ve 14 daireli bir bina çöküyor ve sonuç olarak 21 kişi hayatını kaybediyor. Binanın 3 katının kaçak olduğu ve altta bulunan konfeksiyon atölyesinin de ruhsatsız olduğu iddia ediliyor. Birilerinin aç gözlülüğü, bir başkalarının görevlerini yapmaması, diğerlerinin kontrol etmemesi, öbürlerinin de yönetememesi 21 vatandaşın yaşamına mal olmuştur.
İkinci, üçüncü belki de beşinci sınıf olan yetkililerin yönetimi altında kentleşmede gelinen yer burasıdır. Dahası çöküntü, ölüm, felaket "ben geliyorum" diye diye bağıra bağıra gelmiş!
Kartal'da yaşanan facianın temel nedenlerini basına yansıyan manşetlerde okumak mümkündür.
Gazeteler Kartal'da yaşanan facia üzerinden ve genel sorunlar bağlamında konuyu şöyle ortaya koymuşlar:
-1999 depreminin ardından geçen yirmi yılda kapıdaki tehlikeye karşı önlem alınacağına sanki hiç bir şey olmamış gibi davranıldı.
-Beş yüze yakın toplanma alanının hemen hepsinin yerine AVM inşa edildi.
-Kaçış yollarına rezidanslar yapıldı.
-Acil ulaşım yolları otoparka dönüştürüldü.
-İnşaatlarda, imar planlarında hazırlanan yönetmeliklere uyulmadı.
-Kartal'da göz göre göre yaşanan facia 'depremde İstanbul kıyameti yaşar' dedirtti.
Bu kadar yanlışı, aç gözlülüğü, kuralsızlığı, köşe dönücülüğü, yasa ve yönetmelik tanımazlığı yapanların ortaya çıkan felaketten yakınmaya hakları yoktur.
Bir ülkede adeta yasalar istismar edilmek için çıkarılıyorsa, denetimi gözetimi yapılmıyorsa, yetkililer olana bitene göz yumuyorsa o ülkede kuralsızlığın ve rastlantının egemenliğinde yaşamak zorunluluktur.
Cumhurbaşkanı yaşanan faciayı kast ederek 'buna afet denemeyeceği, bu yıllardır söylediğimiz bina yapımlarında kullanılması gereken malzemeler, binaların yapıldığı yerlerin zemin etütleri konusudur' dedi. Ayrıntısında da "kumu kalkıp deniz kumundan, demirleri hurda inşaat demirlerinden kullanırsanız olacağı budur" anlamına gelen değerlendirmeler yaptı.
Dahası Cumhurbaşkanı, 'bunlarla beraber ruhsatları olmadan yapılan inşaatlarla, burada olduğu gibi iskân olmadan yapılan yerleşimler, bunların neticesinde 3 kata müsaade edildiği halde 8 kat inşaatın yapılmış olması bu felaketi davet etmiştir' Dedi.
Burada etkili ve yetkili iktidar sahiplerine iktidarın yakınma yeri olmadığını, iktidarın muktedir olmak anlamına geldiğini ve yakınana iktidar sahibi denmeyeceğini hatırlatmak gerekir.
İstanbul'daki 1 milyon 600 bin yapının, 1 milyon 120 bininin kaçak olduğu söyleniyor. Kuralsız, kayıtsız, imarsız, iskânsız, ruhsatsız yapılar sonuçta facia ve felaketlere davetiye çıkarıyor. Bu tür facialar meydana geldiğinde bir süre kamuoyunda tartışılıyor, sonra yeni bir faciaya kadar unutkanlık sarmalı içinde tutuluyor.
Türkiye'de herkes meydana gelen felaketlerin nedenini biliyor. Çözüme gelince yine herkes çözümü başkasından bekliyor. Bu ülkede insanlar ve kurumlar sürekli olarak başkalarının işinin nasıl yapması gerektiğiyle ilgileniyor. Hiç kimse kendi işini ve sorumluluğunu düşünür halde değildir.
Türk toplumu ne çekiyorsa işini birinci sınıf yapmayan insanlardan çekiyor.
Bir yerde bir başarısızlık varsa orada işini iyi yapmayan birileri de var demektir. Görevlere işini iyi yapmayan insanların getirildiği bir yerde başarısız olmak için başka sorun aramaya gerek yoktur.
Türkiye'de sistem insanları edilgenleştirmek üzerine kuruludur. Doğruyu söyleyenin dokuz köyden, işini iyi yapanın da işinden kovulduğu bir ülkede biz daha çok bina çökmelerini konuşur, dururuz.
Çünkü işini ve görevini birinci sınıf yapan hiç kimse bu ülkede cezasız kalmıyor. Kötüler yalnız bürokraside değil iş hayatında da iyileri kovuyor. Bu yüzden Türkiye işini iyi yapmayan insanlar cennetidir. Türkiye'de işini sıfır hatayla yapan ya deli ya da akılsız muamelesi görüyor.
Felaketler imar affı çıkarılarak önlenemez, kurumsallaşır. Her şeyden önce mevcut kafa yapısını, değerlendirme biçimini ve düşünceyi değiştirmek gerek!