Çin'de vahşet: Konfüçyus gitmiş, Mao kalmış
1949’da bağımsız “Doğu Türkistan Cumhuriyeti” nin yıkılıp, Komünist Çin’e katılmasından itibaren Türkler mezalim altında yaşıyorlar. Son olaylar da bunun bir halkası mahiyetindedir. Cumhurbaşkanı Gül’ün Çin’i ziyareti sırasında başlayan ve halen genişleyerek süren katliam hakkında Çin kaynakları Dünyayı aldatmaya yönelik bilgiler yayıyor. Olaylara dair en açık bilgiyi Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk verdi.
Tümtürk’e göre kanlı olayların gerçeği şöyle:
“Uygur bölgesinin demografik yapısını bozmak amacıyla Çin idaresi, bölge halkını uzak başka yerlere göç ettirme politikası uyguluyor. Bu çerçevede bir grup Uygur Türkü zorla 3 bin km. ötedeki Şao Guan kentindeki oyuncak fabrikasında çalışmaya götürüldü. Buradaki Çinliler Uygur kızlarına sarkıntılık yapmaya kalkışınca, Uygur gençler buna tepki gösterdiler. Bunun üzerine gerginlik çıktı, yaşanan bu gerginlik, bir süre sonra yatıştırıldı. Ancak iki gün sonra, sabaha karşı kalabalık bir grup Çinli (yaklaşık 5 bin kişi), Uygurların kaldığı yatakhaneye saldırdı. Bölge halkının da desteğiyle, Uygurlara linç uygulandı. 300 kardeşimiz öldürüldü. Çin haber ajansının iki kişinin öldüğü iddiası doğru değil. Aldığımız bilgilere göre, ölü sayısı 500’ün üzerinde. Binlerce yaralı var. Bölgede yeni katliamların yaşanmasından endişeliyiz. Güvenlik güçleri olaylara seyirci kalıyor.”
Daha sonra bu kanlı saldırılar Urumçi’de duyulunca, Uygurlar suçluların cezalandırılması amacıyla bir yürüyüş yapıyor. Çin güvenlik güçleri halkın bu haklı isteğine sert müdahalede bulunuyor ve kalabalığın üzerine ateş açıyor. Çok sayıda insan ölüyor, yaralanıyor. Çin kaynakları 156 ölü, 828 yaralı olarak açıklıyor. Bu sayının çok daha fazla olduğu ileri sürülüyor. Sadece Urumçi’de 1434 kişi tutuklanıyor. Tutuklananların hayatlarından endişe ediliyor.
Şiddet olayları Urumçi’de sokak çatışmalarına döndü. Çinliler Uygurların iş yerlerine saldırıyor. Tırmanan kanlı saldırı ve yağmalamaya karşı protestolar, diğer Uygur şehirlerine, bu arada Kaşgar’a da sıçrıyor.
Çinliler bütün bu olanlardan, ABD’de sürgünde yaşayan işkadını ve Dünya Uygur Kongresi lideri Rabiya Kadir’i sorumlu tutuyor. Kadir internet sitesinde Uygur Türklerine dirençli ve yürekli olmalarını, kimliklerini korumalarını tavsiye ediyormuş. Olaylar bu telkinler yüzünden çıkmış. Koskoca Çin, başkaca bahane bulamamış olmalı ki, böylesine komik bir gerekçeye sığınma ihtiyacını duymuş.
Demek ki, Konfüçyus gitmiş, Mao kalmış.
Dünyadan tepkiler
Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Pöttering, olaylarda “protestocuların öldürülmesinden derin endişe duyduğunu” belirterek, Çin makamlarından “insan onuruna saygı göstermelerini” istedi. ABD Dışişleri Bakanlığı ise “Sinkiyang’da 156 kişinin öldürülmesinden derin üzüntü duyulduğunu” açıkladı ve bütün taraflara itidal çağrısı yaptı.
Gül; “Önemli olan, herkesin olduğu yerde ülkesiyle bütünleşmesi, hem de bulunduğu yerden Türkiye ile dostluk ve işbirliğine köprü vazifesi görmesidir.”
Dışişleri; “Bu tür olayların ileride meydana gelmemesi için gerekli tedbirlerin alınacağına inanıyor, yaralılara acil şifa, hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi ve tüm Çin halkına başsağlığı diliyoruz.”
Devlet Bahçeli; “Türk hükümeti Uygurlu kardeşlerimize yönelik saldırıların derhal durdurulması için vakit geçirmeksizin kararlı bir tutum sergilemeli. MHP bu yöndeki girişimlerin yanında olacaktır.”
İçeride ve dışarıda gösterilen bu tepkilerin yorumunu size bırakıyorum.
Bu kanlı saldırılar Gül Çin’de iken başladı. Aynen Bahçeli Çin’de iken, Urumçi Üniversitesindeki Uygur Türkçesiyle yapılan derslerin kaldırılması gibi. Yine Başbakan Erdoğan Selanik’te iken, törenle sözde “Pontus soykırım” anıtının açılması gibi. Acaba bu aşağılama, oradakilere Türkiye’ye boşa güvenmeyin demek için mi yapılıyor? Bizimkiler neden, orada veya burada bu hakaretlere seslerini çıkarmıyorlar?
Çinlilere; “Uygurlar bizim soydaşımızdır. Onlara yapılan insanlık dışı muamele bizi rahatsız eder, ikili ilişkilere zarar verir. Sizin kaybınız daha büyük olur. Biz karşılıklı çıkara dayalı iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. Türklerin varlığı bu ilişkiler için bir şanstır” denemez mi?