Çiftçi uçurumun kenarında
Kırsal kalkınma programına göre, kırsal alanda 24 milyon nüfus yaşıyor. Bunlardan sadece 2 milyonu sosyal güvenceye sahiptir. (yüzde 9) Diğerlerinin sosyal güvencesi de yoktur.
2001 krizinde IMF ve hükümetin yaptığı “Güçlü ekonomiye geçiş programında” çiftçiye verilen destekler yarı yarıya düşürüldü.
Bu gün çiftçiye verilen destekler, AB üyesi ülkelerle kıyaslandığında
son derece yetersizdir. Söz gelimi 2009 yılı itibariyle AB’de
tarım nüfusu için verilen fert başına destek 1800 Euro’dur. Türkiye’de ise sadece 246 dolar (190 Euro)dur.
Tarım sektörü işsizliği göstermeyen bir sektördür. Bir tarlada beş kişi de çalışsa, 10 kişi de çalışsa verim değişmez... Ancak çalışanlar sayısı fazla görünür.
Çiftçinin bugün gerçek anlamda uçurumun kenarındadır. Çiftçi her gün biraz daha riske giriyor.
1970 öncesi yıllarda üniversite öğrencileri, yedek subay öğretmen olarak askerlik yapabiliyordu. Birinci yılın yazında tatil yapıp, ikinci yılın yazında eğitim yaparak, askerliklerini tamamlayabiliyordu. Yedek subay öğretmen olarak askerlik yapmak isteyenler, tek ders bırakıp o dersi de askerlik sırasında ilk fırsatta veriyorlardı.
Bende bu haktan yararlanarak, Şereflikoçhisar’ın Küçük Damlacık Köyü’nde yedek subay öğretmenlik yaptım.
Köye gittiğimde iki husus dikkatimi çekti... Birisi ilkokul 4 yıl öne kurulmuştu... Ancak yine de 9-10 yaşlarında kızlar okula gitmemişti. Bunların ailesiyle konuşarak, herkesin okula gelmesini sağladım.
İkinci husus, 60 haneli köyde 30 traktör olmasıydı. O yıllarda küçük bir köyde 30 traktör olması, önemliydi.
Sonradan köy halkının çoğu birer de kamyon aldı. Bazıları hem tarımla uğraştı... Hem de kamyonculuk yaptı.
Köylü, hem buğday ekiyor, hem de hayvancılık yapıyordu. Ekonomik anlamda çok iyi durumda idiler.
Birincisi... Buğday verimi yüksekti... Bire 20 alınıyordu. Oysa ki aynı yıllarda benim doğup-büyüdüğüm Çıldır’da buğday verimi bire beş dolayında idi.
İkincisi... Köylü pazara kolay ulaşıyordu... Ofis buğday satın alıyordu. Ve çiftçinin buğdayı para ediyordu... Devlet destekleri yüksekti. Ayrıca o yıllar Türkiye buğday ihraç ediyordu.
Üçüncüsü, et para ediyordu... Et Balık Kurumu, hayvanı gerçek fiyatından alıyor, tüketiciye normal bir kârla satıyordu. İthal et yoktu. Köylü, kuzuları ve yünlerini de satıyordu.
Köyde, 15 sürü vardı... Her sürüyü 300- 350 koyun olarak hesap edersek, demek ki 60 haneli bu köyde toplam beş bin baş koyun vardı.
2007 yılında seçimlerden sonra milletvekili olarak Ankara’ya gittiğimde, bu köyde okuttuğum ve babası da arkadaşım olan bir öğrencim geldi. Öğretmenlik yaptığını söyledi.
Kendisine, köyün ne durumda olduğunu sordum... “Köy kalmadı...” dedi. İlkokul ne oldu diye sordum... 9 öğrenci kaldığı için, “taşımalı eğitimle başka bir köyde eğitim yapıyorlar” dedi.
“Neden halk göç etti, durumunuz iyi idi?..” diye sordum... “O zaman iyi idi... Ancak artık köylünün ürünü, eti ve sütü para etmiyor...” dedi.
Şu örnekleri verdi:
“O yıllarda köye Kaman’dan siyah üzüm getirirlerdi... Annemle giderdik... Bir ölçek buğday verip, üç ölçek siyah üzüm aldırdık... Şimdi üzüm daha pahalıdır. Buğdayın kilosu 42 kuruş, üzümün kilosu 250 kuruştur...
1970 öncesi buğday fiyatı 69 kuruş, buna karşılık mazot fiyatı 35 kuruş dolayında idi. Yani bir kilo buğday verip, iki kilo mazot alıyorduk . Şimdi buğdayın kilosu 42 kuruş... Mazotun litresi ise 230 kuruş... Yani artık devir değişti... Bir litre mazot için beş kilo buğday veriyoruz.”
İşte köylünün gerçeği budur...