"Cemaat baroları"nın önü mü açılıyor?

AK Parti'li hukukçular, Cumhurbaşkanı'nın çağrısı doğrultusunda, -Adalet Bakanı'nın var olmadığını söylediği- Avukatlık Yasası Taslağı çalışmalarına başladılar!

Tek başına bu cümle bile bin tane makaleye bedel aslında "hukuk devletine sahip olma" iddiası bulunan bir ülkede.

***

Muhtemelen tartıştırmak ve nabzı tutmak üzere sızdırılan ayrıntılara bakılırsa sürpriz yok. Dün aktardığım sohbetimizde, İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu'nun verdiği tarife uyuyor şapkadan çıkarmaya hazırlandıkları "tavşan(!)"ları!

***

Abdülkadir Selvi, AK Partili hukukçulardan aldığı bilgilere dayanarak yazdığı yazıda, "Başka baroların kurulmasına izin verilmesi gibi bir düşünce olmadığını ve baroların birliğinin korunacağını" öne sürmüştü ama, dün gün boyu "kriterlere uyan şehirlerde birden fazla baro kurulabileceği" haberleri dolaştı ortalıkta.

Buna göre, "alternatif" baroların da TBB'ye delege vermesi sağlanarak, birlik seçimlerindeki temsil dengesi, tereyağından kıl çeker gibi alaşağı edilebilecek.

***

Ve fakat, özellikle bu "alternatif baro" meselesi, beraberinde yaman bir çelişkiyi de gündeme getirdi:

"Baroları ve meslek örgütlerini, fetret devri karmaşasına sürükleyerek mi, milli birlik ve beraberliği tesis edeceksiniz? Bu hangi paralel aklın ürünüdür?"

***

Soruyu soran ben değilim; Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Hüseyin Özbek.

Dün kısa bir konuşmamız oldu Özbek'le. "Nispi temsil"in, ilk bakışta, gruplar halinde girilen ve en fazla oyu alan grubun baro yönetimine geldiği mevcut düzenlemeden "daha makul" görünüyor olsa da, uygulamada kaosa yol açacağını ve baroları çalışamaz hale getireceğini savunan Özbek, "alternatif baro" girişiminin altını özellikle çizdi.

Eğitimde olduğu gibi hukukta birliğin de devletin bütünlüğü açısından "esas" olduğunu savunan Özbek, baroları çeşitlendirmenin, etnik bölücü grupların, cemaatlerin kendi etki alanlarında barolar oluşturmasına yol açabileceği uyarısında bulundu.

"Temsilde adalet" diye çıkılan yolun "kabileleşmeye" doğru gittiğini öne süren Özbek, "Avukatlık Yasası'ndan bu tür bir değişikliğe gitmek, konsolosluk mahkemelerini tasfiye ederek kurulmuş bağımsız Türk yargısını, mahkemelerini reddiye anlamına gelir" diye konuştu.

***

Baroların kendi içlerindeki "muhalif gruplara" mensup avukatlarla da konuştum. Onların, TBB'nin siyasi iktidar açısından taşıdığı anlamdan bağımsız olarak, "avukatlık mesleği" penceresinden getirdikleri eleştirileri ve beklentilerini de ayrıca paylaşacağım önümüzdeki günlerde; en az TBMM'nin korona tatili bitene kadar yolu var nasıl olsa…

Gelen gideni aratmayacak gibi görünüyor

"Parlamenter sistem"den, -kısaca "başkanlık" da denilen- "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"ne geçişle neticelenen seçimde mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılmasına "kabul" oyu…

"Millet İttifakı" adayı Ekrem İmamoğlu'nun kazandığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin iptali talebine "kabul" oyu…

İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde "KHK'lıların oy kullanmasına dönük itiraz"ın kabulü oyu…

Temsilde düğmeli cüppe işine girer mi girmez mi orasını bilemem ama bu tablo, yeni Danıştay Başkanı'nın en azından hukuken eski başkan Zerrin Güngör'ü pek de aratmayacağını düşündürüyor bana…

SORU-YORUM

Yargıdaki dengeler arapsaçına döndüğü için bir yerde ipin ucunu kaçırmış olabilirim. Biraz kafam karıştı da, yapılan hamleleri yanlış okumamak için soruyorum:

"Paralel yargı"nın artık alenen kurumsallaştığı 2010 sürecinde, Adalet Bakanlığı bünyesinde etkin görevlerde bulunmuş olmak, bugün yürütüldüğü iddia edilen mücadeleler kapsamında olumlu bir referans mıdır?

Selçuk Bayraktar alerjisi virüsü

Bir de böyle bir salgın var son günlerde; alttan alttan, sessizce yayılıyor bünyeye.

Türkiye'nin ilk milli S/İHA sisteminin mimarı Selçuk Bayraktar'ı, kamuoyuna, ısrarlı bir şekilde "Erdoğan'ın damadı" olarak takdim etmek, onu o sıfatın içine hapsetmeye, alanını daraltmaya, sınırlandırmaya çalışmak, o sıfat üzerinden toplumun bir kesiminin önüne atmak, "Erdoğan'ın damadı"ndan ibaret olmadığını sağır sultanın bildiği, ülkü sahibi, gencecik bir adama, onu "vatanına milletine hayırlı evlat" olarak yetiştiren ailesine, aldığı eğitime, neredeyse çocuk yaştan bu yana verdiği emeğe haksızlık değil mi?

Bulunduğu mahalledeki hemen herkesin sustuğu, sindiği kumpas günlerinde, ailesiyle birlikte, başka hiç kimsenin değil "Türk devleti"nin ve onun "kalesi" niteliğindeki "kurumların" yanında dimdik durmuş bir insanı, parçası olmamakta direndiği siyasi hesaplaşmalar doğrultusunda, bir kalemde harcayarak, yahut buna çalışarak ayıp ediyorsunuz.

Yazarın Diğer Yazıları