Cari açığı sevenler de var...
Cari açığı yorumlayanlar, genellikle iki sorun üzerinde duruyorlar. Birisi ekonomide büyüme oranı cari açığı artırıyor... İkincisi ise enerji ithalatı nedeniyle Türkiye cari açık veriyor.
Cari açığa neden olan çok sayıda faktör vardır. Büyüme de bu faktörlerin içindedir. Ancak hemen baştan söylemek gerekirse, Türkiye bu sene de yüzde 3.5 gibi düşük büyüme yaşıyor. Ancak cari açık yine Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın yüzde 7’sini aşıyor. Türkiye’de büyüme ile cari açık arasındaki ilişki, bir yerden sonra kesiliyor. Çünkü sanayi üretimi yüzde 70 oranında ithal ara malı ve hammaddeye bağımlı yapı kazandı. Sanayi üretimde büyüme düşük de olsa, ara malı ve hammadde ithal etmek zorundadır. Büyüme düştü diye bu ithal ara malı ve hammaddeyi içeride üretilen hammadde ve ara malı ile değiştirme söz konusu değildir. Çünkü, ucuz kurdan dolayı içeride üretilen ara malı ve hammadde, ithal ara malı ve hammadde ile rekabet edemedi. Söz gelimi iplik fabrikaları kapandı. Deri fabrikaları azaldı. Pamuk üretimi geriledi. Bunların yeniden devreye girmesi iki-üç yılda ancak gerçekleşir.
Enerji ithaline gelince... Çin’de enerji ithal ediyor... Ancak cari fazla veriyor. Türkiye enerji ithal ediyor ve fakat aynı zamanda da turizm geliri var. Cari işlemler açığı döviz gelir ve giderinin farkıdır. Eğer enerji ithalatını ayrı tutarsak o zaman turizm gelirlerini de ayrı tutalım. Eğer olaya yalnızca enerji ithalatı açısından bakarsak, cari açığın yapısal yanını göremeyiz ve çözüm de bulamayız.
Sanayinin yüzde 70 oranında ithal malına bağımlı olmasını, dalgalı kur sistemi ile gelen sıcak para başlatmıştır. Cari açıktan fazla sıcak para girişi, kur baskısı yaratmıştır. Düşük kur, tersi TL’nin aşırı değer kazanması ile yerli üretim ithal malı ile rekabet edememiş ve ithalat daha hızlı artmıştır. Kurların geçen yıla kadar düşük kalması Merkez Bankası’nın ve hükümetin de desteğini almıştır. Merkez Bankası enflasyonla mücadele için, hükümet de sıcak paranın getirdiği geçici refah ortamı nedeniyle düşük kurdan hoşnut olmuştur. O kadar ki dün bir televizyonda üç kişi ekonomiyi değerlendirirken, birisi MB Başkanı ve hükümetin ağzıyla konuşarak “kurların 1.92’ye gerilemesi Türkiye’nin lehinedir” diyor. Türkiye’nin dış rekabet gücünü, iç tasarruf açığını ve cari açığı dikkate almıyor.
Öte yandan, hükümet uygulamaları da cari açığa kronik yapı kazandırdı. Kamu altyapı yatırımları, kârlı işletmeler ve bankaların yabancıya satışı nedeniyle cari açık o yıllarda finanse edildi. Ancak şimdi bu işletmeler sürekli kâr transfer ediyor ve bu transfer de cari açığı artırıyor. Yine cari açığı finanse etmek için dış borçlarımız arttı. Her yıl bu borçlar için faiz ödüyoruz. Bu faizler de cari açığı artırıyor.
Bu uygulamalar ekonomiyi kırılgan yaptı. Ülke riski arttı. Bunun için de, kârlı işletmeleri satın alan spekülatif sermaye ve sıcak para dışında ciddi yabancı yatırım sermayesi girmiyor.
Aslında iç tasarruf açığı ile cari açık arasında doğrudan bir ilişki var.
Toplam tasarruf oranı, kamu ve özel tasarruf toplamının, Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla içindeki payıdır. Türkiye’de bu oran 2002 yılına kadar artış göstermiştir. 2002 yılında ortalama tasarruf oranı yüzde 25,3 olmuştur. 2002 yılından sonra ise sürekli düşmüş ve 2012 yılında yüzde 13 olmuştur.
İç tasarruf açığı ise, toplam yatırımların GSYH’ya oranı ile yurtiçi toplam tasarrufların GSYH oranı arasındaki farktır. İç tasarruf açığı dış kaynak girişi, dış borçlanmayla veya yabancı sermaye girişi yoluyla karşılanmıştır.
Sonuç olarak; cari açığa herkes kendi çıkar penceresinden baktığı için doğru teşhis konulamıyor. Teşhis konulmadan da tedavi olmaz.