Büyük şehrin ruhu...
31 Mart seçimlerinin görünen yüzünde büyükşehir belediyelerini kazanmak var. Özellikle Ankara, İstanbul ve İzmir, iktidar ve muhalefet açısından zafer ya da yenilginin göstergesi sayılıyor.
Bu anlamda büyükşehir turnusol gibi.
İktidar kanadı İstanbul adayını henüz açıklamasa da ortada dolaşan isim belli: Eski Başbakan, yeni Meclis Başkanı Binali Yıldırım.
Muhalefetin adayı Ekrem İmamoğlu.
İmamoğlu, Karadeniz'in dinamik nüfus yapısını aidiyet duygusuyla kendine bağlamayı başarırsa etkisini üç kat artıracaktır.
Herkes biliyor ki, iktidar sihrini kayıp etti. Ne metro karın doyuruyor, ne dev havaalanı eve ekmek götürüyor.
Hiçbirinin yükselen doğal gaz faturalarına çare olmadığı kesin.
Millet Bahçeleri ise romantik görünümden ibaret..
Asıl gerçeklik borç batağı..
Gıda.
İlaç.
Halkın en temel sorusu Şudur: "Yarınım nasıl olacak? Çoluk çocuğum iş bulacak mı? Oğlumu kızımı baş göz edip, mürüvvetini görecek miyim?"
Bunlar birincil/temel/asıl ihtiyaçlardır. Bilinmelidir ki birincil ihtiyaçlar yaşamsaldır. Hayatta kalabilmek için zorunludur.
Esasında iktidarın Binali Bey'e sarılarak aday kıtlığı çekmesi, bu konuda kendisini köşeye sıkışmış görmesi, bir başbakanı İstanbul belediye başkan adayı olarak açıklamaya hazırlanması, en başından yaşadığı eksikliğin ve aynı zamanda zaafın göstergesidir.
Ankara'ya gelince..
AKP burada daha büyük sıkıntıda. Özhaseki, "onca yıldır şöyle politikacıyım, böyle politikacıyım" diyor ama seçim yarışının en başında yapılmaması gereken hatayı yapıyor.
"İsteksizdim. Emirle aday oldum"...
Hiç söylenmeyecek lafı en başında söylüyor...
Seçilirsen istemediğin işi yapmak zorunda kalacaksın.
"Zorla namaz o da göğe ağmaz.."
Öyle ise Mansur Yavaş, bir adım öndedir. Yapacağı tek şey, birincil ihtiyaçlara yönelmektir. Büyük şehrin ruhu kendini belli edecektir.
Sağın büyük yanılgısı: İrtica..
Türkiye'de sağ seçmenin en büyük yanılgısı "irtica" uyarıları karşısında, "bunlar dinsiz.. Dini istemedikleri için böyle dindarlarla uğraşıyorlar" yanılgısına düşmektir.
Hâlbuki zaman bize gösterdi ki, irtica ete kemiğe büründü ve -bırakın dinsizi- kendilerini dindar olarak tanımlayan hükümete saldırdı. AKP-FETÖ kavgası tam da bunun göstergesidir.
15 Temmuz darbe girişimi açık ve net olarak bir irtica ayaklanmasıdır. Tıpkı Menemen olaylarında olduğu gibi. Teğmen Kubilay'ı şehit edenler, bir teğmenin öldürülmesiyle koca devletin teslim olmayacağını elbette biliyordu. Lakin amaç, buradan ateşlenecek bir kıvılcımla bütün Türkiye'yi ayağa kaldırıp, yeniden hanedanlığa/saltanata geri dönebilmekti.
Hâlâ halk egemenliğini içine sindiremeyen, Osmanoğulları sülalesinin altına taht çekip oturacağı günleri hayal eden gafiller var. Benim anlayamadığım, iktidarı kendileri belirlemek yerine, neden bir aileye devretmeyi bu kadar çok istedikleridir.
Şeriat mı?
Şeriat denilen olgunun genel çoğunluğu yorumdur.
Kardeşim, siz, Suudi Arabistan gerçeğinden hiç ders almıyor musunuz?
İşte Türk siyasetinde sağın yanılgısı, budur. Dindar mütedeyyin adamlar iktidara gelir, her şey hokus pokus yapmış gibi birden bire düzelir.
Düzelmez.
İşte bak: 16 yıldır düzelmiyor.
Yıllarca "mağdurum da mağdurum" edebiyatı yapan ve halen daha o günleri kitaplarında birer acı hatıra olarak anlatanlar iktidar oldu da her şey düzeldi mi?