"Büyük Dil Mimarisi"
Çok eski bir okurumun yazdığı şu cümle önemli; "YENİÇAĞ'daki tüm yazarları, en az sizin kadar benimsedim. Ailemin fertleri haline geldiler". Bu, benim için de geçerli. Hepsinin yeri ayrı. Değerleri hiçbir mukayeseye sığmaz. Bu duyguları çalıştığım pek az yerde tatmıştım. Şaşırtan taraf, uzun yıllar geçirdiğim günlük gazetelerde böyle hissi duymadım. Ahmet Yabuloğlu'na mesleğe döndüren telefonundan dolayı teşekkür etmeyi borç addediyorum. YENİÇAĞ'ı, neye benzetiyorum biliyor musunuz? New York'un kimi yerel gazetelerine. Bunlar dev medya kuruluşlarının yanında etkili hücumbotlar gibidir. Kilitlendikleri hedefi kalbura çevirirler. Vali, belediye başkanı ya da bir kongre üyesinin açığını yakaladıkları an mahvederler. Tirajları birkaç binle sınırlıdır ama vurduklarını indirirler. Habercilikte başarılı, köşe yazılarında müthiştirler. Ergun Kaftancı büyüğüm, Hayri Köklü, Arslan Bulut, Ahmet Takan, Yavuz Selim Demirağ gibi. Kenan Akın ve Agâh Oktay Güner gibi eski çalışma arkadaşlarım ise baş köşemdedirler. İsim grubuna Hamşioğlu ekleyen Selcan Taşçı ve en yakın çalışma arkadaşım Esat Atalay'ı da pekiyililer köşesine layık görürüm. Bu takım haksızlıklara direnmekle ünlendi. Birlik ve beraberliğin sembolü haline geldiler.
Tarihi isimlerle
Habercilik ve köşe yazılarında önemli unsur geçmişi iyi okumaktır. Tabii geleceğe önemli şeyler bırakmak da. Bu yüzden yarım asrı aşkın gazetecilik hayatımda önemli izler taşıyan yayın organlarında da çalıştım. Sadece bir yıl bulunmama rağmen Meydan Dergisi'ni asla unutamam. Safa Kılıçlıoğlu'nun patronajı bambaşkaydı. Bu yayın haftalık üç dergiden biriydi. Mithat Perin, Cihad Baban ve Hakkı Devrim gibi ağır toplarla aynı ortamı soludum. Tecrübelerinden istifade ettim. Yine değerli epey köşe yazarlarıyla birlikte oldum. Bunlardan biri Nihad Sâmi Banarlı idi. Tüm liselerimizin edebiyat dersleri onun kalemiyle yazılmıştır. Banarlı Hoca yaşasa, Ahmet Takan'ı ilk tebrik eden olurdu. Kelimeler başlıklı bir yazısını tam 43 yıl önce kesip saklamıştım. Takan'ı okuyunca birden aklıma geldi. Bu makalenin hiç olmazsa bir kısmını sizlerle paylaşmayı arzu ettim. Bugün birlikteliğimizi 4 şarta bağlayıp, dili devre dışı bırakanların da okumasını diliyorum. Belki yanlışlarından dönmelerine sebep olur. Nihat Sâmi Banarlı'nın büyük mütefekkir Cemil Meriç'in "Bu Ülke" kitabından da büyük ölçüde yararlandığı yazısından bazı bölümleri buraya alıyorum:
Adalar Denizi
"Vatanımızın kendi evlatlarına, kendi denizimizi neden bir Yunan adıyla tanıtıyoruz? Hatta bununla da yetinmiyor, İzmir'den Kütahya'ya kadar nice Türk şehirlerini içine alan bir vatan parçasını EGE Bölgesi diye, bir başka milletin kelimesiyle isimlendiriyoruz. Neden? Ege Denizi söyleyişinde Adalar Denizi adının heybeti, millîliği ve sevimliliği yoktur. "Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz'dir. İleri." şeklindeki tılsımlı söz yerine "Hedefiniz Ege Denizi'dir" denseydi o mukaddes savaş belki de o kadar kudretle kazanılamazdı.
Kısaca, vatanın her köşesinin adı ya Türkçe ya da Türk halkı tarafından sihirli bir kullanışla Türkçeleştirilmiş bir isim olmalıdır. Biz Aya Nikola adını İnegöl yapmış bir milletin çocuklarıyız. Salanikos gibi kaba bir şehir adını Selanik'e dönüştüren ince bir dil anlayışı da bizimdir. Daha Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Kırkkilise gibi Hıristiyanlık kokan bir şehrimizin adını, manevi bir değerle isimlendirerek Kırklareli yapmamış mıydık?
Gerçi bizim bugünkü anavatanımız olan Anadolu bile orijin bakımından Türkçe değil Yunancadır. Asıl şekli Anatole'dir. Bu Yunancada Şark, Doğu demek olduğundan bir sıfat olarak verilmiştir. Türk halkının hamurundaki derin millî mimari bu kelimeye kısa zamanda ANADOLU gibi, şaheser bir TÜRKÇE OLUŞ kazandırdı. Şimdi vatanımızın en sevgili ve en millî adıdır.
Bugünkü Türk vatanında daha nice yerlerin, şehir ve kasabaların, Türk halk irfanında gelişen büyük DİL MİMARİSİ ile onarılarak işte böylesine Türkçeleştirilmiştir. Türkçeleştirilen kelimeler yalnız bu vatan isimlerinden ibaret değildir. Duyguya, düşünceye, sevgi, görgü ve bilgiye ait daha nice kelime Türk zevkinde asırlarca yontularak TÜRK SESİ kazanmıştır. Bizim öz kelimemiz olmuştur.
Bugünkü yıkıcı dil hareketi ise Türk'ün bu dil zaferini imha isteğindedir. İstedikçe de karşısına, Ege'deki Kıt'a sahanlığı gibi problemler çıkarıyor."
Vatanımıza ve millî birliğimize tasallutta bulunanlar dilimizi yıkamadıkları sürece asla emellerine ulaşamazlar.