“Bu koltuğa oturacak olanlara acıyorum”
Donald Trump dünyanın en zengin adamlarından biriydi.
Yaptırdığı lüks oteller, gökdelenler, kuleler ve AVM'ler sayesinde kısa sürede büyük bir servete ulaşmıştı.
Bunlarla yetinmemiş bir de özel üniversite açmıştı.
Gittiği her yerde sevgi ve saygı görüyordu.
Boş zamanlarında arkadaşlarıyla golf oynuyor, bol kahkahalı sohbetler yapıyordu.
Çok izlenen bir televizyon programının sunucusu olması da çevresindeki sevgi ve saygı halesini büyütmüştü.
Sadece ABD'de değil dünyanın birçok ülkesinde de yatırımları vardı ve bunlar sayesinde tanınıyordu. İstanbul'da bile AVM ve konutlar inşa ettirmişti.
Kendinden epey genç bir eşe ve 5 çocuğa sahipti.
Özetlemek gerekirse gıpta ile bakılacak mutlu bir hayat sürüyordu.
…
2016’da Cumhuriyetçi Parti'den başkan adayı olduğu andan itibaren bu parlak tablo değişti.
ABD'nin yarısı ona karşıydı.
Seçimi kazanmasının ardından da dünyanın büyük bölümü onun karşısına geçmişti.
…
Bırakın sokakları, Beyaz Saray'ın içinde bile güvende değildi artık.
Bir protesto gösterisi sırasında sığınağa inecek “Protestocular sarayı basıp bana bir şey yaparlar mı” diye endişe içinde saatlerce bekleyecekti.
Dünyanın dört bir yanında da bir nefret öğesi olup çıkmıştı.
Çin suçluyor, Rusya güvenmiyor, Asya'dan Afrika'ya her olumsuz olayın ardında onun parmak izleri aranıyordu.
...
4 yıllık başkanlığın ardından seçimi Joe Biden karşısında kaybetti.
Yaşadıklarından ders çıkarıp bir daha siyasetin yanından bile geçmeyeceği sanılıyordu ama öyle olmadı.
2024 seçiminde bir kez daha aday oldu.
Seçim kampanyası sırasında atılan kurşun kulağına isabet etti. Suikast girişiminde bulunan genç doğru nişan alsa bugün hayatta olmayacaktı.
Uzatmayalım, salı günü yapılan seçimde Kamala Harris karşısında başarılı oldu, ikinci kez başkanlık koltuğuna oturdu.
Kendisini yine zor yıllar bekliyor.
ABD nüfusunun yaklaşık yarısı yine ona karşı.
Dünyanın büyük bölümünde de saygı duyulmayacak, savaşlardan, katliamlardan, açlıklardan, sefaletlerden birinci derecede sorumlu tutulacak.
…
Oliver Stone'un yönettiği belgesel özellikler de taşıyan “Nixon” filminde çok çarpıcı bir sahne var.
1968-1974 yılları arasında ABD Başkanlığı yapan Richard Nixon, rakip partinin telefonlarını dinlettiği iddiasıyla patlak veren Watargate skandalı üzerine istifa edip Beyaz Saray'dan ayrılırken şöyle konuşuyor:
"Vietnam savaşına son verdim, Çin ve Sovyetler'le iyi ilişkiler kurdum.
Yaşadıklarım başıma neden geldi anlamıyorum.
Bu koltuğa oturacak olanlara acıyorum."
...
Trump’ın huzurlu bir 4 yıl geçirmesinin tek yolu var:
ABD'nin dünyaya egemen olmakta ısrarlı, kan ve gözyaşı ile beslenen emperyalist politikasını değiştirmesi...
Mevcut tablo içinde böyle bir şey mümkün olabilir mi?
//////////////////////
O gün neler oldu?
++++++++++++++
Pazar günü büyük kurtarıcı, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 86’ncı yıldönümü dolayısıyla saygı, sevgi ve minnet duygularıyla anacağız.
Bu vesileyle Atatürk’ün öldüğü gün ve ertesinde neler olduğunu önemli bir tanıktan dinlemekte yarar var.
Gazeteci-yazar-siyaset adamı Altan Öymen, 10 Kasım 1938’de Ankara'da ilkokul birinci sınıfa gidiyordu.
O günü "Bir Dönem Bir Çocuk" kitabında şöyle anlattı:
Ölüm haberi, sabah saat 9'u 5 geçe olduğu için o sabahki gazetede yoktu.
Haber, biz okuldayken bir teneffüs zamanında birdenbire geldi. Bir anda yayıldı ve herkes ağlamaya başladı. Öğretmenler, görevliler ve biz çocuklar birbirimize baka baka uzun uzun ağladık.
Bir süre sonra bizi eve gönderdiler.
Evde de durum aynıydı.
Anneannemin, annemin gözleri kan çanağıydı. Babam işindeydi.
Radyoda matem müziği çalıyordu.
Sonra eve Ulus gazetesinin ikinci baskısı geldi.
İlk sayfası bugün bile gözümün önündedir.
'Kurtarıcını ve en büyük evladını kaybettin... Türk milleti sen sağ ol' başlığı ve Atatürk'ün büyük bir portresi. Ayrıca ölüme ilişkin doktorlarının yayınladığı tebliğ.
Bu satırları yazarken, tebliğin metnini bulup yeniden baktım. Şöyleydi:
'Reisicumhur Atatürk'ün umumi hallerindeki vahamet dün gece saat 24'te neşredilen tebliğden sonra her an artmış ve bugün Perşembe sabahı 9'u 5 gece büyük şefimiz derin koma içinde terk-i hayat etmişlerdir.'
...
Altan Öymen, aynı kitapta Atatürk'ün naaşının İstanbul'dan Ankara'ya getirilişi ve burada yapılan törenlerle ilgili de şunları yazdı:
Cenaze, 19 Kasım günü Dolmabahçe Sarayı'ndan alınıp Yavuz zırhlısına bindirildi, İzmit'e kadar deniz yoluyla götürüldü. Oradan trenle Ankara'ya nakledildi ve Ulus'taki Meclis binasının önünde kurulan katafalka konuldu.
Bayrağa sarılı tabut, çiçekler, çelenkler, her tarafta bayraklar... Ve tabutun kenarlarında dimdik, kımıldamadan nöbet tutan kılıçlı subaylar...
Sıra sıra yürüyen kalabalığın içinde annemle babamın arasında o manzaraya bakarken hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum.
Babam aile reisi olarak kendini tutmaya çalışıyordu. Ama gözleri kırmızıydı. Annem de hıçkırıklar içindeydi. Yanındaki anneannem de öyle. Bizimle beraber yürüyenlerin her biri de benzer durumlardaydı.
Atatürk'ün cenazesi bu geçişlerden sonra gene büyük bir törenle Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine götürüldü.
Törene birçok ülkeden askeri birlikler de katıldı.
...
Atatürk'ün naaşının geçici kabirde kalış süresi ne yazık ki 15 yılı buldu.
Patlayan İkinci Dünya Savaşı ve ekonomik kriz Anıtkabir'in inşasını çok geciktirdi.
Demokrat Parti'nin 1950'de iktidara gelmesi ve Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar'ın Anıtkabir inşaatıyla bizzat ilgilenmesiyle Atatürk'ün naaşı ancak 10 Kasım 1953'te bugünkü yerine, ebedi istirahatgahına nakledildi.
Bayar, yıllar sonra bu olayı anlatırken şöyle dedi:
Aziz Atatürk'ün Etnografya Müzesi'nin bir tahta masasında yattığını düşünmek benim için dayanılmaz bir sızı idi.
Sürekli izlemelerle, iktidara gelmemizden üç yıl sonra Anıtkabir nihayet tamamlandı.
Eğer cumhurbaşkanı olmanın bir faniye kazandırdığı şereften ayrı bir değeri ve hazzı varsa o da benim için sevgili Atatürk'ü Etnografya Müzesi'nden alıp Anıtkabir'deki ebedi istirahatgahına tevdi ettiğim tarihi günü yaşamış olmamdır.
O tevdi sırasında yaptığım konuşmada şöyle demiştim:
'Şimdi seni, kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz.
Bil ki hakiki yerin daima inandığın ve bağlandığın Türk milletinin minnet dolu sinesidir.
Nur içinde yat.’
...
Bazı tarihçiler, Anıtkabir'in İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı döneminde bitirilemeyişini, Atatürk'le İnönü'nün arasının 1937 yılında bozulmasına, bu nedenle İnönü'nün kasıtlı olarak inşaatı geciktirmesine bağlıyorlar.
Bunu da belirteyim.