BOP'un PKK kanadı pazarlıkta, ya AB kanadı? (3)
Devletimiz, dış politikamız ve toplum yapımızda kelimenin tam anlamıyla deprem etkisi yaratacağı için listeye aldığımız, AB’nin önümüze koyduğu “görev listemizdeki” toplam 55 talebi evvelki gün ve dünkü yazılarımızda sizlere arz etmiştik. Öncelikle, herhalde bunların hangi birisinin 70 milyon insanımızın derdine derman olacağını düşünmek ve sormak gerekiyor. Sonra da bunlar yerine getirildiği takdirde Türkiye’nin neye benzeyeceğini.
Raporu hazırlayan Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu yetkilisi Günther Verheugen’den İngiltere Başbakanı Tony Blair’e bütün Avrupa Birliği yetkililerinin, “AB’ye üye olacak Türkiye, bugünkü Türkiye olmayacak” demelerinin boşa söylenmiş bir söz olmadığı anlaşılıyor. Bir de, Alman Dışişleri Bakanı Fischer’in, İlerleme Raporu için ’sanat eseri’nitelemesi... Etnik, ırkçı siyasallaşmayı kolaylaştıracak, Türkiye’yi AB’ye girmeden tümüyle Avrupa Birliği’nin kontrolüne sokacak böyle bir tablonun Avrupa Birliği için sanat eseri olmasından daha tabii ne olabilir ki?
Bu fırsat kaçmaz
AB’nin, işte bu noktaya getirdiği fırsatı kaçırmamak için Türkiye’ye ağır koşullarla zaten içi boşaltılmış müzakere tarihi vereceği açık. Almanya Dışişleri Bakanı Fischer’in, “Ülke Batı’ya yönelişi ile İslâm geleneği arasında bocalar. Zor komşularıyla tek başına bırakılır. Reformlar duraksar, Türkiye’deki insan haklarının durumu iyileşmez ve biz Avrupa ile Ortadoğu’nun kesiştiği yerdeki bu büyük Müslüman ülkeyi Avrupa’ya sağlam biçimde demirlemek için önümüze çıkan yegâne şansı kaçırmış oluruz”. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Sorumlusu Solana’nın, “Bir an için Türkiye’ye hayır dediğimizi düşünün, o zaman Yakındoğu bölgesinde ılımlı bir hükümete sahip önemli bir Müslüman ülke aniden demirsiz kalır. Bu yüzden Avrupa Komisyonu üyelik müzakerelerinin başlamasını tavsiye etti” açıklamaları yeterince net değil mi? Kaldı ki bu gerçek tavsiye raporu ile etki raporuna da aynen yansıtılmıştır.
Gümrük Birliği ve devamı
Evet, Gümrük Birliği ile ekonomik kıskaca alınan, 1999’da adaylık ile kapana sokulan Türkiye, müzakere adı altında tümüyle kapana düşürülecektir. Bu şartlar altında kabul edilecek müzakere süreci Türkiye’yi Avrupa Birliği üyeliğine değil, ‘anahtar teslimi’ postmodern manda idaresine hazırlayacaktır. Bu sebeple, önümüzde iki seçenek vardır; ya, “Teşekkür ederiz, buraya kadar” demek ya da iki tarafın da menfaatine olacak bir orta yol teklifinde bulunmak. Ancak Avrupa Birliği yetkililerinin de yavaş yavaş kulaklara fısıldadığı, 17 Aralık’ta müzakere tarihi verilmezse Türkiye’nin sert tepki gösteremeyeceği, çünkü ekonomik dengelerinin buna müsait olmadığı gerçeği ve Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde sıcak çatışma başta olmak üzere bir dizi sıcak gelişmenin tetiklenmesi ihtimali ilk seçeneğin kullanılmasını neredeyse imkânsız kılmaktadır.
Tehlikeli gidiş
Bu durumda yapılacak olan, hem Türkiye ve hem de Avrupa Birliği için gelecek günlerde tümüyle düşman kamplara dönüşüp daha tehlikeli gelişmelere yol açacak bu gidişin önünün bugünden kesilmesidir. Çözüm yolu ise ’imtiyazlı ortaklık’veya ‘özel statü’ adı altında Türkiye’yi yine kontrol altına sokacak bir plan değil, Avrupa Birliği’nin, ABD başta olmak üzere, pek çok ülkeyle yaptığı gibi ‘Geliştirilmiş Tercihli Ticaret Anlaşması’dır.
Böylesi bir formül, Türkiye’den vazgeçemeyen ama üye yapmak da istemeyen, bu yüzden sürekli özel formüller arayan ama giderek yükselen tepkiler sebebiyle ileride Türkiye’yi tümüyle kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bulunan AB için de bir çıkış yolu olacaktır.
Türkiye sanıldığı ve sunulduğu gibi çaresiz değil, aksine AB’nin enerji ve su kaynaklarına ulaşma, Ortadoğu ve Kafkaslar’da etkili güç olma hedefleri karşısında böyle bir teklifi yapıp sonuç alacak güçtedir. Yeter ki yöneticilerimiz bu gücün farkına varsın ve başka hesaplar peşinde koşmasın!