"Bomba" değil, "kader" taşıyan asker!..
Eğilmiş bedeninde sanki dünyanın yükü varmışçasına ormanın derinliklerinde nefes nefeseydi genç adam... Yorgun bedenini bir ağaca yasladı, elinde "balta"sıyla uzaklara daldı...
Ömrünün en zor yıllarından sonra artık ormanda ağaç kesiyor, ekmek parasını çıkartmaya çalışıyordu ama o da yetmiyordu...
Nasırlaşmış ellerine baktı çaresizce... Elleri ve yüzündeki lekeler yalnızca kömür karası değildi, yoksulluğun da çaresizlik manzarasıydı adeta... Kömür yapmak için kaçak odun kesiyordu ormanda çünkü...
O gün sabahtan akşama kadar yine ormanda odun kesmiş köyüne doğru yola çıkmıştı... Yorgun halde harap evinin sokağına geldiğinde, kapısının önünde iki jandarmanın beklediğini gördü ve panikledi...
"Ah" dedi içinden, "Bu gün dağdan kaçıra kaçıra iki çuval kömür getirdim ama burada da zabıt tutulacak..."
Askerler onu farkedince, panikleyip geri durmaya çalışsa da yapamadı... Bağırdı asker arkasından; "Dur, kaçma!.."
"Kaçmıyorum ki asker ağa, suçum ne?.. Neden burada bekliyorsunuz" diye korkarak sordu...
Jandarma, "Hayır... Suçun yok. Biz seni bekliyoruz" deyince şaşırdı genç adam... "Hayırdır, ne ola ki" diyebildi sesi titreyerek?..
Jandarma, "Seni paşa çağırıyor" deyince iyice heyacanlandı oduncu... Olanlara pek anlam veremedi, şaşkınlığını üzerinden atınca, "Hemen gidelim... Paşa nerede" diye sordu...
Jandarma, "Korkma Ankara'da değil, şu anda Havran'da seni bekliyor..."
Oduncu bunu duyunca biraz sakinleşti, baltasını eve bıraktı ve iki jandarmayla birlikte yola koyuldu... Saatlerce yürüdükten sonra gece yarısı varabildiler Balıkesir'in Havran beldesine...
***
Tarihten süzülen yoksul adam!..
Havran Nahiye Müdürü bakar ki, jandarmalar arasında bitkin duran adamın hali oldukça perişan... "Bu adamı 'Paşa'nın yanına nasıl götürürüm" diye söylenir?..
Nahiye müdürü oduncuyu evinde misafir eder... Sabah onu önce berbere ve hamama götürür sonra da kendi ceketini giydirir ama onun da kolları kısa gelir... İki yakası bir araya gelmez ceketin bir türlü...
Nahiye müdürü önde, oduncu arkada paşanın yanına varırlar...
"Paşam hoş geldin" diye heyecanla seslenir oduncu... Paşa da heyecanlanmıştır, "Asıl sen hoş geldin. İki gündür seni bekliyorum... Neredeydin" diye sorar?..
Heyecandan adeta tirtreyen oduncu, "Paşam, dağda keçilerin yanındaydım... Haberini alınca hemen geldim" diye cevap verir...
Paşa, "Ne işle meşgulsün" deyince oduncu, utancından asıl işini gizlemek zorunda kalır ve çobanlık ile meşgul olduğunu söyler...
Paşa, "Sen savaşın seyrini değiştirdin!!!. O anda ne istiyorsun dedik, 'çift tayin istiyorum' dedin, sonra onu da yemedin... Sana maaş bağlayalım" diyerek elini oduncunun omzuna atar...
O utangaç adam, "Hayır paşam, biz o an görevimizi yaptık. Maaş için değil" diye yanıt verir...
Oduncu paşanın yanından kalkarken mahçup bir ifadeyle derdini anlatmaya çalışır;
"Paşam senden tek ricam olacak... Ben keçinin ardında meşe odunu topluyorum. Ondan kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit'te aşçılara gece kaçak satıyorum. Senin emrin ile ormancılar önüme geçip baltamı almasalar, haydi haydi geçinirim..."
Paşa, yanındaki yaverine ve belde yetkilerine derhal talimat verir; "Bu vatandaş işini serbest olarak yapsın... Yardımcı olun..."
Oduncu heyecanla ayrılır paşanın yanından ve yürüyerek köyüne döner... Uzunca süre kimse ona dokunmayınca, kömür satarak ailesinin geçimi sağlar... Ta ki, ondan habersiz olan yeni kaymakam ilçeye gelene kadar...
Genç adam, kaymakamın ilgisizliği nedeniyle çaresiz kalınca bir yandan kaçak kömür işine devam eder, diğer yandan bir zeytinyağı fabrikasında "hamal"lık yaparak ayakta kalmaya çalışır...
***
Gemiler batırdı, sefalete yenildi...
Balıkesir'in Havran ilçesine bağlı Çamlık (Manastır) köyünde 21 yıl boyunca bir yandan kömür üreten, diğer yandan da "hamal"lık yaparak yaşamaya çalışan yoksul oduncu, yorgunluğa ve sefalete bir de kış koşullarının ağırlığı eklenince, bir süre sonra zatüreye yakalanır ve 1939 yılında, 50 yaşında vefat eder...
"Seyit Ali" adlı o gariban oduncu, "Çanakkale Savaşı'nın kaderini değiştiren asker" olduğunu ölene kadar kimseye anlatmadı...
Atatürk'ün, Havran'da iki gün bekleyerek onun için birşeyler yapmak istediği o adam, Çanakkale Destanı'na adını altın harflerle yazdırdı ama onurlu ve gururlu duruşunu yoksuluğa feda ederek genç yaşta, sefalet içinde ölmekten kurtulamadı...
1889 yılında Havran'ın Manastır köyünde dünyaya gelen, Balkan Savaşı'nda çarpışan, Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile Çanakkale Cephesi'nde topçu eri olarak göreve başlayan Seyit Ali'yi bir abideye çeviren olay 18 Mart 1915'te, müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek isterken yaşanmıştı...
Bu sırada Mecidiye Tabyası'nda görevli olan Seyit Ali, Türk topçusunun yoğun ateşi sürerken, tabyada bulunan topun mermi kaldıran vinci parçalanmış, o kahraman asker de 200 kilodan fazla bir mermiyi tek başına sırtlayarak top kundağına yerleştirmiş ve savaşın gidişatını değiştirmişti...
İlk iki atışta "Bouvet" adlı düşman gemisine hasar verdiren Seyit Ali, üçüncü atışında Fransız zırhlısına ağır yara verdirmiş, yan yatan gemi, Nusret Mayın Gemisi'nin denize indirdiği mayınlardan birine çarparak batmıştı...
Bu müthiş çabasından dolayı "onbaşı" rütbesi verilen Seyit Ali, savaşın sona ermesinin ardından 1918'de köyüne dönmüş, 1934 yılında "Çabuk" soyadını almış ama düşman gemilerini batıran bedeni yoksuluğun ağır yüküne daha fazla dayanamamıştı...
Bugün 18 Mart... Bu onurlu yaşam öyküsünü, her fırsatta Atatürk'e, Kurtuluş Savaşı'na ve cumhuriyete ahlaksızca saldıran alçaklara ders olsun diye aktardım...
Başta Atatürk ve Seyit Onbaşı olmak üzere tüm Çanakkale şehitlerini bir kez daha saygıyla anıyorum...