Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

Bizim darbeler!

Çok partili demokratik rejim döneminde iki darbe gerçekleşti; üç kalkışma ve bir de müdahale oldu. İki darbenin biri 27 Mayıs 1960, diğeri 12 Eylül 1980'dir. Üç kalkışma 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963 ve 15 Temmuz 2016'da meydana geldi. Müdahale ise 12 Mart 1971'de gerçekleşti. 27 Mayıs1960'dan 17 ay sonra 15 Ekim 1961'de, 12 Eylül 1980'den 3 yıl 56 gün sonra 6 Kasım 1983'te demokratik rejime dönüldü. 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963, 15 Temmuz 2016 kalkışması ve 12 Mart 1971 müdahalesi (9 Mart 1971 darbesini engelleyen) ile Türk Ordusu tarafından önlenerek çok partili demokratik hukuk devleti korundu. Osmanlı (1876) ve Cumhuriyet (1924) dönemi anayasaları ile gerçekleşen iki darbeden sonra hazırlanan (1961-1982) anayasalarında Türk Milletinin kimliği daha da güçlendirildi. Ancak, darbeler, çok partili demokratik düzeni kesintiye uğratarak rejimin istikrarını bozduğu gibi ağır mağduriyetlere de yol açtı. Bunların tohumlarını günümüzde dahi görebiliyoruz.

Darbeler ve egemenlik

Milletler egemen varlıklardır. Bunun için "egemenlik milletindir, bölünmez ve ortağı olmaz." Egemenliğin korunması ve yaşatılması, devlet tarafından sağlanır. Bu gerçekleri hepimiz biliriz de, konuşurken, yazarken dikkat etmeyiz ve egemenlik şu veya bu iktidara, ya da meclise ait gibi sözler sarf ederiz. Halbuki Anayasanın 6'ncı maddesi, "Türk Milleti egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle KULLANIR" demektedir. Buna göre, Yasama, Yürütme ve Yargı, egemenliği Türk Milleti adına kullanıyor; ama temsil etmiyor.

Devleti ele geçiren darbeler bile, asırlar ötesinden gelen Türk Milletine ve egemenliğine bağlı kalmışlardır. Hiçbir kişi, zümre ve zihniyet, Türk Milletinden daha meşru, daha haklı, daha üstün ve daha güçlü olamaz. Devleti yönetenler, bu konuma ne şekilde gelmiş olursa olsunlar, hiçbir zaman millet egemenliğini yok sayamazlar ve millet kimliğine aykırı düzenlemeler yapamazlar. Bir an için sokaklara veya iktidar güçlerine hâkim olunsa bile, böyle bir yola gidilemez; başarılı olunamaz, olunsa da bu zulümdür, sürdürülemez. "Halklara özgürlük" kampanyalarıyla 9 Mart1971'de "Yüzü Sovyetlere dönük" sosyalist bir rejim için darbeye kalkışanların son durağı mahkemeler olmuştur. Bu dönemde de "Türkiye sadece Türklerin değildir. Burada yaşayan 27 etnik grubundur" denilerek, egemenliğimizi paylaştırmaya kalkışılması, içeride ve dışarıda PKK terörünün bugünlere gelişinin sebebi değil midir.

Darbenin karanlıkları

15 Temmuz kalkışmasının iç yüzü, gün gün ortaya çıkıyor. Bilinmeyenler, yanlış bilinenler ve siyasi hesaplarla çarpıtılanlar çok. Meselâ; bir darbenin öncelikleri ne olabilir? Bilinenleri söyleyelim: 1) Medyanın denetim altına alınması 2) Darbe bildirisinin okunması 3) Sokağa çıkma yasağının konulması 4) Cumhurbaşkanını, Başbakan ve Bakanların gözetim altına alınması 5) Ordu komutanlarının ve silahlı güçlerin etkisiz hale getirilmesi gibi. 15 Temmuz'da bu önceliklerden sadece birini, (o da çeyrek bile değil) Genelkurmay Başkanı'nın ele geçirildiğini gördük. Acaba neden? Royters Haber Ajansına "Darbeyi saat 4-4,5'ta eniştemden öğrendim" diyen Cumhurbaşkanı Marmaris'te bir otelde sakin sakin oturuyor. DHA'nın bildirdiğine göre yaklaşık 8 saat sonra 24.00'e doğru kaldığı otelde basın toplantısı yapıyor. Arkasından 3 ayrı TV kanalında konuşarak vatandaşları meydanlara çağırıyor. Darbecilere adeta "ben buradayım" demiş olmuyor mu? Bir süre sonra otelden ayrılıyor. Ayrılışından 1,5 saat sonra, darbeciler oteli bombalıyor. Kendisi ise "10-15 dakika daha gecikseydim öldürülecektim" ifadesini kullanıyor. Bu çelişki izaha muhtaçtır. Daha sonra İstanbul'a giden Cumhurbaşkanı'nın 3 veya 4 gün burada kalması ve sokak mitingleriyle uğraşması dikkat çekicidir. Bu arada Başbakan Binali Yıldırım'ın darbeyi öğrenir öğrenmez Ankara'ya hareket etmesi ve medyada ilk konuşmayı yaparak, kalkışmaya ilk darbeyi vurması çok önemlidir.

Darbeyi kim veya hangi kurum önledi?

Demokrasiyi kurtaran çok, ama Türk Milletini, Vatanı ve Devleti kurtaran o kadar değil. Bu bahiste bize göre bir numarada Genelkurmay Başkanı ve askerler; Emniyetçiler, Başbakan ve medya vardır. İki numarada vatandaşlar yer alıyor. Eğer Genelkurmay Başkanı darbeyi haber aldığı 16.30'da harekete geçerek, birliklere emir gönderip havada, karada ve denizde askeri hareketliliği önlemeseydi, sonuç belki de daha vahim olabilirdi.

Bu kalkışma önlendi; peki, sivil darbe söylentileri ne olacak?

Yazarın Diğer Yazıları