“Bir ülke nasıl paylaşılır?”
Yeni bir yıla girerken, önceki yılın önemli olaylarından bahsetmek bir medya klasiğidir. Ben bu defa bir önceki yılı değil, 2002 seçimlerinden günümüze kadar somut olarak ne yaşadığımızı farklı bir yöntemle anlatmak istiyorum... Aslında beni böyle bir yazı yazmaya sevk eden, Avustralyalı gazeteci ve film yapımcısı John Pilger’in, 84 yaşında Londra’da hayatını kaybetmesi oldu. Yeniçağ’ın çıktığı günden beri bu sütunu takip edenler, Pilger’in ne kadar değerli bir gazeteci olduğunu hatırlayacaktır.
AKP iktidarının henüz ilk yılıydı ve gazeteci John Pilger'in Endonezya'nın nasıl yağmalandığını da anlatan "Dünya'nın Yeni Efendileri, Küresel Yağmacılığın Gerçek Yüzü" adlı kitabından geniş alıntılar yaparak “Strateji” sayfasında incelemiş ve ayrıca 14 Mayıs 2003 tarihli Yeniçağ’da “Tayyip Erdoğan Suharto'nun yolunda!” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. O sırada Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak her yabancı ülke veya uluslararası şirket temsilcisi ile görüşmesinde Türkiye'nin bir ekonomik varlığını pazarlıyordu. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da devir-teslimleri en hızlı şekilde gerçekleştireceklerini söylüyordu... Türkiye bir büyük savaşı kaybetmiş gibi yabancı şirketler tarafından yağmalanıyordu...
***
John Pilger ise kitabında Endonezya’nın nasıl yağmalandığını şöyle anlatıyordu:
“Kasım 1967'de Endonezya artık adeta avuç içine alınmış ve ganimetler dağıtılmaya başlanmıştı. The Time-Life şirket ortaklığı, Cenova'da, Endonezya'nın dünyanın dev şirketlerine nasıl parselleneceğinin tasarımının yapıldığı üç gün süren bir konferansa sponsorluk yaptı. Katılımcılar arasında David Rockefeller gibi dünyanın en güçlü kapitalistleri vardı. Toplantıda bütün dev şirketler temsil edilmişti: Belli başlı petrol şirketleri, bankalar, General Motors, Imperial Kimya Endüstrisi, Leyland, British-American Tobacco, American Express, Siemens, Goodyear, International Paper Co. ve US Steel... Masanın öbür ucunda ise Rockefeller'ın 'Endonezya'nın en iyi ekonomistleri' dediği Suharto'nun adamları oturuyordu.
Konferansın ikinci günü, Endonezya ekonomisi sektör sektör dilimlere ayrılıyordu.
Freport şirketi Batı Papua'da bakır madeni aldı. Bu şirketin yönetiminde Henry Kissinger vardı... Bir Amerika-Avrupa konsorsiyumu, Batı Papua'nın nikel kaynaklarına el koydu. Dev Alcoa şirketi ise Endonezya'nın boksit rezervlerinden en büyük dilimi kaptı. Bir grup Amerikan, Japon ve Fransız şirketi Sumatra, Batı Papua ve Klimantan'ın tropik ormanlarını aldı. Yabancı yatırımları düzenleyen bir kanun Suharto tarafından aceleyle çıkarılarak, bu yağmalama en az beş yıl vergiden muaf tutuldu.
Wall Street bütün olanları büyük bir fetih gibi görüyordu. Sukarno, Dünya Bankası'nı ülkeden kovmuş, petrol şirketlerinin gücünü sınırlandırmış ve Amerikalılara açıkça ‘Kredilerinizle cehenneme kadar yolunuz var!’ demişti. Fakat Suharto ile birlikte ülkeye, çoğu Dünya Bankası'ndan yüklü miktarda krediler girmeye başlamıştı. Dünya Bankası yetkilileri ülkenin kalkınması için gönderdikleri milyarlarca doları Suharto rejiminden bazı kimselerin cebe indirmesine göz yummuşlardı. Bunun altında da esas patron Batılı güçlere iktisadi imtiyazların tanınması ve ülke kaynaklarının peşkeş çekilmesi yatıyordu.
Endonezya'nın bugünkü borçlarının toplamı 262 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Bu rakam ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 170'i. Bu borcu bazen hayatlarına mal olsa da ödemeye devam edecek olanlar ise sıradan insanlar..."
***
Bu bilgileri verdikten sonra şöyle demiştik:
“Ne dersiniz?
36 yıl sonra, Tayyip Erdoğan da Suharto'nun yolundan gitmiş olmuyor mu?”
Aradan 21 yıl daha geçti. Erdoğan, Batılı dev şirketlerle Endonezya’dakine tıpatıp benzer toplantılar yaptı. “Yatırım Danışma Konseyi” adı altında düzenlenen bu toplantılar, medyada büyük bir başarı gibi sunuldu. Bu toplantılarda Türkiye’nin ekonomik değerleri, Endonezya modeliyle paylaşıldı.
Sonra da sıra nüfusu ve tapuyu değiştirmeye geldi!
Türk Milleti, 2024 yılında bu kötü talihini değiştirmek için çaba sarf etmelidir. Yoksa elinde uğrunda ölünecek bir vatan da kalmayacak...
---------
TEŞEKKÜR: “Geçmiş olsun” dileklerini ileten bütün dostlara çok teşekkür ediyorum.