Bir partinin seçmenine ihaneti!
15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden daha 1 yıl bile geçmeden, rejim değişikliği tartışmaları Türkiye'nin en önemli tartışma konusu haline geldi.
Laik yapısıyla bilinen TSK'ya, iktidarın nimetlerinden fazlasıyla faydalanmış örgüt sızıp, insanları öldürerek darbe yapmaya kalkışıyor. Görevde olan generallerin yüzde 60'ının bu kalkışmada aktif rol oynadığı ortaya çıkıyor.
Nasıl sızmışlardı, kimler desteklemişti, yıllarca nasıl fark edilmemişlerdi, bu denli büyümelerine kimler göz yummuştu, onları devletin tepesine getiren kararların altında kimlerin imzası vardı?
Bu sorular mutlak surette izaha muhtaçtı. Ama herhangi bir izah gelmediği gibi başkaları suçlandı!
Bu karışık tabloyu aydınlatsın diye darbe komisyonu kuruldu, onlarca kişi dinlendi, hatta Marmaris'e bile gidilip incelemeler yapıldı... Çalışmalar tamamlandı, herkes merakla açıklamayı beklemeye başladı. Komisyon başkanı kameraların karşısına geçerek "Biz şu kadar kişiyle görüştük, şunlarla konuştuk, raporumuzu daha bitirmedik" açıklaması yaptı. Kısacası bir sonuç çıkmamıştı.
Darbe girişimi aydınlatılamadan, üst üste patlayan bombalarla yüzlerce insanımızı kaybettik. Ekonomi çok ağır bir tablo ile karşı karşıya kaldı. Birlik ve beraberliğe hiç olmadığımız kadar ihtiyacımız varken, sanki hiçbir şey olmamış gibi Türkiye'nin tek konusu başkanlık haline getirildi.
Parti beyannamesinde Başkanlık sistemini eleştirip, parlamenter sistemden yana olan MHP'nin önerisiyle Başkanlık tartışmaları başladı ve nihayetinde paket Meclis'e geldi.
Çok değil 6 ay önce bombalanan, taranan Meclis'te ellerindeki oy pusulalarıyla sırıtanlar, bir oyu 3 kişi birden atanlar, oyunu birbirine gösterenler, yasaları hiçe sayanlar, kural tanımayanlar... Meclis'te, adeta ana-baba günü yaşanıyordu. Sanki kabile devletlerindeki gibi bir düzensizlik, göstermelik bir oylama ve neye hizmet ettiğini bilmeyen yığınlar vardı.
Meclis'teki bu hazin tablodan saatler önce Ankara Valiliği, 30 gün süreyle kent genelinde tüm eylemlerin yasaklandığını açıklıyordu. Kısacası bir önceki referandumda vatandaşa getirildiği iddia edilen "eylem hakkı" geri alınıyordu. Hiçbir sebep, gerekçe gösterilmeden!
Vekillerin dahi doğru düzgün bilgilendirilmediği, televizyonlardan yayınlanması engellenen anayasa değişikliği maddeleri gecenin bir yarısı oylanmaya devam ediyor. Tüm maddelerin oylanması tamamlandıktan sonra paket bir bütün olarak oylanacak. Orada çıkan sonuca göre ya referanduma gidilecek ya da paket tarihe gömülecek.
Medya ve siyasetteki dili, davranışları görünce, geleceğe dair ümitler de yerle yeksan oluyor. Başkanlık, Meclis'ten geçmezse "Dış güçlerin oyunu tuttu, şer cephesi kazandı" manşetlerini atacaklar, eğer geçerse "2023 yolunda İstikrara Evet" diyecekler. Toplum giderek daha da fazla kutuplaşacak. Evet ve hayır olarak 2 cephe şimdiden oluşmuş durumda. Her iki taraf da birbirini "vatana ihanet"le suçlayacak bir üsluba sahip.
İktidarın yaptığı hatalar ve zafiyetler sonrasında "Büyük resme bakın, bizi birbirimize düşman etmek, düşürmek istiyorlar, bu oyuna gelmeyin" diyenlerin, bizzat kendi elleriyle vatandaşları birbirine düşürmesi hangi siyasi ahlakla açıklanabilir.
Lafı uzatmaya, eğip-bükmeye, paketin teknik detaylarına girmeye gerek yok.
Bu değişiklik Türkiye'nin millî devlet olarak kalıp-kalmayacağının oylanacağı bir değişikliktir.
Darbenin karanlık yüzünü aydınlatmadan, çözüm sürecinin hesabını vermeden böyle bir değişiklik getirmek isteyenler, referandumdan "hayır" alırlarsa Türkiye'yi baskın seçime götürecekler.
İşte geleceğe dair umutların bile yok edildiği bu tablonun başat sorumlusu MHP yönetimi ise seçim beyannamesi ve seçim propagandasına aykırı bir şekilde "Başkanlığa" evet diyecek.
İşte böyle bir tabloda MHP'nin yaptığı hangi siyaset, hangi irade, hangi etik çerçeve ile açıklanabilir.
Türk siyaset tarihinde ilk kez bir parti seçmenine açıkça ihanet etmektedir ve tarih bu girişimi affetmeyecektir.