Bir dekanın isyan mektubu!.. Susmadık, susturulduk...
Ülke, böyle kritik bir virajdan geçerken üniversitelerden, oralarda görev yapan değerli bilim insanlarından hiç mi ses çıkmaz?.. Hiç mi söyleyecekleri bir şey yok?.. Lal mı oldular?..
Bu sorulara cevap vermek için, malum korku imparatorluğunun uygulamalarından son bir iki tanesini örneklemek yeterli... Ancaak!.. Geçerli mazeret mi? Bence hayır... Aydınların korkak olmaya hakları yoktur. En azından, Allah'ın onlara verdiği en büyük zenginliğin, ilmin zekatını vermekle mükelleftirler. Maalesef, referandum sürecinde değerli bilim insanlarımızın bırakın zekatı, toplumdan öyle veya böyle nedenlerle sadakayı bile esirgediğini üzülerek gördük. Önceki gün, bir üniversite dekanından orada görev yapan öğretim üyeleriyle ortaklaşa kaleme aldığı mektup geldi. "Yazmanın zamanı geldi diye düşünüyoruz. Ve yazdık dilimiz döndüğünce. Ortak sorunumuzdur, devlet meselesidir, ülkenin milletiyle, bütünlüğüyle, varlık sorunudur" diye başlıyordu. Adlarının verilmesini istiyorlardı. Ama ben yazmayacağım. Yarının belirsizlikler içinde olduğu şu ortamda, fotoğrafın netleşmesi için işin özünü aktarmakla yetineceğim. Mektubun bazı bölümlerine de kendimce buzlama yapacağım. İşte o mektup:
"Ahmet bey,
Lütfen eksiksiz yayınlayın olabildiğince. Sesimiz olun. Korkumuz yok. Beynimize zincir vurulmasına müsaade etmeyeceğiz. Bu devlet bizim, susuyorsak bir nedeni var. Anlatmak istedik. Ortak derdimizdir.
Sesler geliyor: Üniversiteler neden susuyor? diye. Konuşuyoruz aslında ama aşağılanıyoruz. Biz bunları hak etmedik. Eğitimden nasibini almamış insanlar elinde, sistem bilinçli olarak çökertilmeye çalışılmaktadır. Eğitimsiz insanlara umut bağlamış iktidarlar vardır.
Maalesef üniversiteler susturulmuş, bilim insanları bezdirilmiş, elemanlar yıldırılmıştır. İnsanlar paramparça kamplara bölünmüş, düşüncelere, kalemlere, fikir üretimine zincirler vurulmuş, ya bizdensin ya hiç kimse mantığıyla, korku toplumu haline getirilmiştir. Sen kim oluyorsun da düşünüyorsun, düşünme, ben senin yerine düşünürüm, yaparım mantığı, insanları nefes alamaz hale getirmiştir. Ülkemizin üstüne kara bulut gibi çöken bu olumsuz mantık, insanları bilimden uzaklaştırmış, birbirleriyle boş siyasal çekişmelerin içine çekmiştir. Bugün üniversitelerimizde bölünmüşlük seviyesi inanılmazdır. Partizanlık çekişmeleri insanları çalışamaz hale getirmiştir.
Öğrenciler açısından durum daha da vahimdir. Öğrenmek istemeyen bir öğrenci kitlesiyle karşı karşıyayız. 'Kitap almak zorunda mıyız, burası üniversite', söylemi yıllardır bayrak halinde dalgalanmaktadır. 'Cahil insanlara daha çok güveniyorum' diyen bilim adamlarımız vardır. Toplum olarak her yönüyle tam bir çöküntünün içindeyiz ve tek yanlı bir propagandanın ortasında aklımızı yitiriyoruz.
Saraydan atanan rektörler sayesinde, üniversiteler kamplara bölünmüş, rektörlerin beceriksizlikleri, onları tek adam yöntemlerine itmiştir. Bazı üniversitelerde bir yıldan fazla zamandır rektör yardımcıları atanmamakta, belli amaçlar doğrultusunda rektörler belli kesimlerden intikam almanın peşine düşmektedirler. '90'ların intikamını alacağım' diyen rektörler vardır, ihtiyacı olduğu halde salt kendinden olmadığı için bilim adamlarını dışlayan rektörler vardır. Kendi yandaşlarına her türlü imkanı sağlarken, kendinden olmayanları türlü engellerle yıldıran rektörler vardır. Rektörler üniversiteleri kendi babalarının çiftliği gibi kullanmakta, istediği kişileri istediği makamlara getirerek, kadrolarını kurmaya çalışmaktadırlar. Bu da gösteriyor ki, Başkanlık sistemi üniversitelerimize çoktan girmiş ve yönetimler tek adamlara teslim edilmiştir.
Güneydoğudaki üniversitelerde durum daha da vahimdir. İdari mali işler dairesi, bir ucu dağda olan teröristlere teslim edilmiş, üniversite genel sekreterliği Diyanet'ten getirilen köy imamları Yrd. Doç. yapılarak teslim edilmiştir... Sistem tamamen yozlaştırılmış, açık öğretimden öğretim elemanı yapılan elemanlarla eğitim seviyesi yerlerde sürünür hale gelmiştir.
Devletin kaynakları beceriksiz rektörler elinde çar çur edilmektedir. YÖK yasası açıktır. Buna rağmen Profesörler dururken, Yrd. Doç'lara müdürlük yetkisi veren rektörler vardır. Öğretim üyesi bile olmayan öğretim görevlilerinden yüksek okul müdürü yapılan elemanlar vardır. Sen neymişsin be rektör!.. Güç zehirlenmesidir bu. Kendini başkan sanan rektörler vardır.
Üniversiteler kamplaşmanın, gruplaşmanın, partizanlığın merkezleri haline getirilmiştir. Bazı hocaların, burada olmamız gerekiyor, parti böyle istiyor demeleri ve fakültedeki odalarını, parti bürosu gibi kullanan hocalarımız vardır. Derslerde ilgili dersin konuları anlatılacak yerde, belli partilerin propagandası yapılır hale getirilmiştir. Bilgisiz, bilinçsiz, eğitimsiz, bahçedeki ottan farksız öğrencilerin mezun edildiği bir okumuş cahiller güruhu yetiştiren, öğrencileri militanlaştıran eğitim sitemi vardır.
Son derece politize edilmiş bir öğrenci profili vardır. Bilmek, öğrenmek, bilgisini artırmak, yönlendirilmek, bilgiyle donatılmak istemeyen, sadece diploma adında bir kağıt ver gideyim, diyen bir öğrenci profili vardır.
Üniversiteler terör yuvası haline getirilmiş, hocalarla hocalar, hocalarla öğrenciler, hocalarla rektörlük arasındaki ilişkiler sorunlar yumağı haline getirilmiş ve her kesim bir diğerine düşman edilmiştir.
'Hocalar neden susuyor' diye soruluyor. Hocalar susturulmuştur. Hiçbir hoca düzeninin bozulmasını istemiyor. Hiçbir hoca bir başka hocayı sevmiyor, saymıyor. Kendi içinde sorunlarla boğuşturulan bir üniversite sistemi, ekonomide, siyasette, politikada, sosyal sorunların çözümünde kafa yorabilir mi? Önerilerimiz, rektörler tarafından sürekli reddedilirken, hocalar aşağılanırken, susturulan hocaların konuşması beklenebilir mi?.. Üniversitenin sorunları üniversite senatosunda, üniversite yönetim kurullarında çözülmesi gerekirken, militanlaşmış öğrenci konseyi başkanlarıyla çözüm üretmeye çalışan rektörlerle üniversiteler geliştirilebilir mi?
Susuyoruz evet. Susturulduk evet, geçici bir dönemdir derken, o dönemler kalıcı hale getirildi. Kısacası gelen gideni arattı. Sustuk. Susturulduk, tehdit edildik. 'YÖK ne yapıyor' diye sesimizi yükselttiğimizde, susturuluyoruz. YÖK hiçbir şey yapmıyor.
İlgili siyasilere ulaşmaya çalışıyoruz, ulaşıyoruz, derdimizi anlatıyoruz, ama hep lafta kalıyor.
Üniversiteler susuyor evet, güçler tarafından susturuluyor. Toplumun pırıl pırıl gençliğinin üniversiteler eliyle cahilleştirilmesi, bilinçsizleştirilmesi, bilgisizleştirilmesi politikası belli gizli eler tarafından sürekli işlenir hale getiriliyor.
Susmayacağız, yanımızda devletin gücünü hissedersek konuşacağız. Dışlanmazsak, aşağılanmazsak, tehdit edilmezsek, normalleştirilmiş ortamlarda huzurla düşünebilme imkanını bulabilirsek, konuşacağız. O zaman hem devletimize, hem milletimize, hem bu ülkenin pırıl pırıl gençliğine, hem devletimizin geleceğine yönelik olumlu düşüncelerimizi daha rahat bir şekilde dile getirme imkanı bulacağız. Susmayacağız, ama sorunlarımızın çözülmesini, başımızdan rektör sultasının kaldırılmasını gördüğümüz zaman zaten bizi kimse susturamaz.
Bu devlet bizim, bu millet biziz. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bilim insanlarıyız. Bununla da gurur duyuyoruz. Konuşacağız, şartlar tamam olduğunda... Yüce Türk milletine saygılarımızla..."
Araya girip yorum yapmadım. Hükmü vicdanlarınıza bıraktım!..