Beyaz yakalıların isyanı!
Bankacılık sektöründe çalışanlar isyanda. Sektörde beşeri sermaye değil, köle pazarı oluşturuldu. Çalışanlar, konulan ağır hedefler nedeniyle antidepresan almadan işe gidemiyor.
Bir dokunduk bin değil on binlerce ah işittik.
Bankacılık sektöründe çalışanların daha fazla kâr elde etmek için nasıl kötü şartlarda çalıştırıldığını ve adeta hedef manyağı yaptırıldığına dikkat çekmiştik.
Bu yazımız beyaz yakalıların sessiz isyanlarının adeta sesi oldu.
“Bankacılık bu mudur?” sorumuza yanıt sektörden geldi.
Evet! Bankacılık budur!
Adeta köle pazarına dönüşen, “eti de benim, kemiği de benim” denilen biri sektör oldu.
İşte onun ispatı olan isyan elektronik postalar.
- “10 yıllık bankacıyım. Hedef baskıları yüzünden o kadar psikolojim bozuldu ki, antideprasan ilaçlar kullanmadan işe gidemiyorum.”
- “4 yaşındaki çocuğum ameliyat oldu. Ancak 2 saat izin alabildim. Çünkü bankamın bono ihracı vardı ve benim satmam gereken bir hedef vardı.”
- “Mutlaka satış yapacaksın. Hedefin olan satışı yapıyorsun, bir sonraki ay daha fazla hedef veriyorlar. Artık bazı işhanlarının kapısına bankacı giremez yazıyorlar. Doktordan kovulmak bir şey değil artık kamyoncular bile bizi kovar hale geldi.”
- “ 8 yıllık banka müdürüyüm. Hedef baskısı sadece personele değil bize de yapılıyor. Personelin yaşadığı stres ve bir şey yapamamanın verdiği çaresizlikten kalp krizi geçirdim. Emekli oldum ama halen son 4 yılın stresinden kurtulamadım. Sektörde çalışmanın çok ağır bedelini ödedim.”
- “Çalışma şartları artık çığırından çıktı. Öğleyin bırakın yemeğe gitmeyi, sandviç bile yiyecek zamanımız olmadı. Çalışma Bakanlığı’nın iş müfettişleri acaba bir bankanın gece saat 10’da ışıklarının neden yandığını sormuyor?”
Buna benzer on binin üzeride elektronik posta geldi.
Her birinin hikayesi farklı ama konu aynı.
Bankacılık sektöründe her geçen gün ağırlaşan çalışma şartları ve baskılar.
Dekonta bile para
Bankacılık sektöründe bu kadar ağırlaşan şartları yine bir bankacı şöyle açıklıyor:
“Son birkaç yıla kadar kârının büyük bir bölümünü devlete yüksek faizle borç vererek elde eden bankalar, oranların artık iyice düşmesiyle çareyi vatandaşta buldular. Bol bol dağıtılan kredi kartları, aptal aptal sigorta poliçeleri ve kredi kartı batağındaki vatandaşı biraz daha uçuruma yuvarlayan ihtiyaç kredileri. Yine bu kredileri satarken dosya masrafı adı altında akıl almaz bir vurgun. Kredi kartları ve tüketici kredilerine BDDK kontrol getirince artık işlem yapmaya gelen vatandaşa verilen dekonttan bile para almaya başlandı.”
Bilindiği gibi bankaların hesap işletim ücreti ve havale ücreti adı altında aldıkları akıl almaz rakamlara Devlet Bakanı Ali Babacan bile isyan etmişti. Ali Babacan’ın bile tepkisi bankaların bu ücret konusunda geri atım atmasına yetmedi.
Bu konuyu ne Bakan Ali Babacan ne de BDDK bir daha dile getirmedi. Bu da bankaların dekonttan para almak gibi yeni icatlar yapmasına neden oldu.
BDDK topu attı
Bugüne kadar bankalar ile ilgili her şeye karışan Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu konu çalışan olunca sessiz kalmayı tercih ediyor. BDDK yetkilileri konu hakkında konuşmazken, topu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na atıyorlar. Çalışma Bakanlığı’nın şu ana kadar sektördeki çalışma şartlarına yönelik hiçbir şey yapmadığı ortaya çıktı.
Sendika sorunu
Bankacılık sektöründe sendikal örgütlenme sadece bir iki banka ile sınırlı. Bu bankalarda ise sendikanın varlığı ile yokluğu tartışılıyor.
Banka ve sigorta işçilerinin bağlı bulunduğu sendika olan BASİSEN bugüne kadar sadece adını düzenlediği futbol turnovaları ile duyurdu. Üyelerinden gelen hedef baskısı şikayetlerini son dönemde bir iki büyük gazeteye ilan vererek de duyurmaya çalışan sendikaya üyelerinden büyük tepki var.
BASİSEN’in Genel Başkanlığına 1984 yılında seçilen ve aralıksız 27 yıldır görev yapan Metin Tiryakioğlu’nun, sendikanın internet sitesinde “duayen” olarak görüldüğü iddia ediliyor.
Bugüne kadar sektör çalışanlarına yönelik yazılarımızın hiç birine ne sendikadan ne de duayen başkandan bir tepki aldık.
Ancak gelen elektronik postalar arasında bir tanesi sendikanın sessiz kalması konusundaki görüşümüze tepki göstererek, bizi “önce evimizin önünü süpürmeye” davet etti. Sendikacı ağzı yahut avukatlığı olarak yazılmış bu postada, bankacıların ağır çalışma şartlarına sessiz kalması ile Van’da depremde ölen iki gazetecinin durumu aynı gösterilerek, “Siz enkaz altında kalan bu iki genç için Gazeteciler Sendikasını suçluyor musunuz ki, kötü şartlar altında çalışan bankacılar konusunda BASİSEN’i suçluyorsunuz” deniliyor.
Akıllara ziyan bu görüşe sadece şunu söylemek istiyorum:
Gazeteciler Sendikası kötü diye siz de kötü olmak zorunda mısınız?
Bu sendika görevini yapmıyor diye bunu kendinize nasıl örnek alabilirsiniz?
Ağır çalışma şartlarının altında bozuk psikoloji ile çalışan bu insanlardan kesilen sendika aidatları Gazeteciler Sendikasına mı gidiyor ki, bu sendikanın başarısızlığını örnek gösteriyorsunuz?