Ben bilirim, ben yaparım
Bu hükümet hemen her konuda; “Ben bilirim, ben yaparım” iddia ve üslûbu içindedir. Bu üslûp zamanla oy çokluğuna dayanan bir diktaya dönmüştür. Bu diktacı tavır tek parti döneminden bile sert ve tahammülsüzdür.
Dünün tek parti idaresinin “Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü” CHP’nin basını yönlendiren, terbiye eden sopası idi. Tek parti ve yönlendirilmiş, tepkisiz basın sayesinde; hükümet aleyhinde tek satır yazılmaz, tek söz söylenmezdi. 1950’de çok partili sisteme geçilince tek seslilik bitti.
Şimdi bu hükümetle yarım asır öncesinin üslubûnu tekrar yaşıyoruz. Dış politikadaki perişanlık, Milli Eğitim’deki yıkım, hep aynı üslubun, “ben bilirim” iddiacılığının mağlubiyet sahneleridir. Halbuki yaşanmış tecrübeler ışığında, “diyalog” kapısı açık tutulsa, dış politikada, milli eğitim düzenlemelerinde bunca yanlış yapılmaz, nice zaman heder edilmezdi. Türkiye’nin dikkatle takip ettiği çizgi, caydırıcı güce sahip olmaktı. Bunu disiplinli bir silahlı kuvvetler ve ağır başlı hükümet politikaları ile sağlıyordu.
Bugün ne yazık ki caydırıcı olmamız mümkün değil. İktidar kendi ordusuyla kavgalıdır. Terörü bitirmeden darbeleri gündeme taşımak da bir diğer yanlıştır. 12 Eylül Darbesi’nin bütün acılarını yaşadım. Ama şahsi kaygılarımı, üzüntülerimi hep aklımın gerisine alarak düşünmeye çalıştım.
Bugün subay zümresi kırgın, belki de küskündür. Terörle “göze göz” “dişe diş” mücadele etmiş komutanlar, Silivri’de hapistedir. Onları itham eden iddianamenin dayanağı olan gizli tanıkların, terör örgütü yönetim kadrosunun ünlü isimleri olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır. Kendinizi bugün teröre karşı mücadele eden komutanların yerine koyun. Ne düşünür, ne hissedersiniz?
İktidar, silahlı kuvvetleri yıpratan bütün yanlışlara son vermeli, ordu-millet kaynaşmasını sağlamalıdır.
Orta Doğu’da kurulmak istenen büyük Kürdistan ve O’nun yönlendiricisi, yöneticisi ABD gerçeği görülmelidir. Gazze’ye “yanınızdayız” demek güzel ama ne ile ve nasıl? En hakiki dostumuz(!) ABD’nin Dışişleri Bakanı İsrail Başbakanı’na “Sizin güvenliğiniz bizim güvenliğimizdir” diyor. ABD Başkanı Obama da “İsrail’in meşru müdafaa hakkını kullandığını” ifade ediyor.
O halde iktidar daha çok düşünmeli ve daha az konuşmalıdır. Güçle desteklenmeyen beyanlar havada kalır, sahibinin itibarı törpülenir. Türkiye’nin her alanda iyi yetişmiş, tecrübeli kadroları var. Bu değerleri bulmak, dinlemek hükümetin işi olmalıdır. Başta dış politika olmak üzere, her konuda birinci sınıf bir müşavirler grubu ile işler, düşünülmeli, plan yapılmalıdır.
Emperyalizme karşı olmanın ilk şartı onların dostluğuna kanmamaktır. Acı gerçekleri görelim. Emperyalist beyinler bu işi iyi biliyor. Kuzey Suriye müthiş bir oyundu. Bizi Suriye işine ittiler. Gözü kara bir şekilde halâ devam eden hesapsız demeçlerle bu işe girdik. Türkiye’nin karşısında bulunan emperyalist Washington ve tâbi ortakları; Suriye konusunda Türkiye’yi ustalıklı bir biçimde kullandılar, ortaya çıkan tabloda kuzey Suriye PKK’ya verildi, tıpkı Kuzey Irak gibi Suriye’nin bu bölgesi de Türkiye’ye yönelik terörün hıyanet üssü oldu. Eğer sessiz kalıp gürültüye girmeseydik, hele muhaliflere silah ve para dağıtmaya kalkmasaydık, Suriye yönetimi Kürtlerle uzlaşarak bölgeyi onlara terk etme yoluna gitmezdi.
Ardından ölüm oruçları tezgahlandı. Apo, gündeme yeniden güçlü lider efsanesiyle geldi. Bir talimatla oruçlar bitti. Buradaki oyun, Apo’yu dokunulmaz yapmaktı, başardılar.
İktidarın sağlam, güçlü danışmanlar kadrosu olsa ölüm orucu karşısında paniğe kapılmazdı. Bu orucun üslûbuyla, “Dediklerimi yapmazsanız intihar ederim” diyen terörist arasında ne fark var?
Bütün bu tespitler ve daha nicesi insanımızı nasıl israf ettiğimizi, ülkemizi nasıl kan kaybına uğrattığımızı bütün çıplaklığıyla gösteriyor.
Türk tarihi, kurduğumuz bütün devletlerin çok ciddi biçimde hükümdar otoritesinin ilim, tecrübe, medeni cesaret sahibi kadrolarla çevrildiğini, hemen her vesile ile “Benlik terbiyesi” ne gidildiğini gösteriyor. Zira devletlerini ilim ve tefekkür gücü ile sağlama almamış olan cihangirlerin fetihleri de yıkıcı bir sel gibi gelip geçici olmuştur. İşte başarılı olmanın sırrı bu tarih şuuruna sahip olmaktır.
Tarih bilmeyen diplomat, pusuladan anlamayan kaptana benzer; her ikisinde de karaya oturma tehlikesi kaçınılmaz sonuçtur.