Bakkal hesabıyla kalkınma olmaz
Kalkınmanın temel hedefi, toplumun ve fertlerin refah düzeyini artırmaktır. Bir ekonomide en iyi refah göstergesi fert başına gelirdeki büyüme, düşük işsizlik ve bu gelirin adil dağıtılmış olmasıdır.
Bugüne kadar hangi ekonomik düzen olursa olsun, uygulamada hiçbir zaman sıfır işsizlik ve gelir dağılımında mutlak adalet sağlanamamıştır. Önemli olan toplum vicdanını rahatsız etmeyen, toplumun kabul edebileceği bir gelir dağılımını sağlamaktır.
Bugün bizde bir kalkınma politikası yoktur. Her şey piyasanın insafına bırakılmıştır. Piyasa da spekülatif sermayenin hizmetine bırakılmıştır.
Vergiler torba yasaların içine sıkıştırılarak her gün ve ihtiyaca göre değişmektedir. Cari açığı önlemek için kur politikasını değiştirip , Türkiye’nin rekabet gücünü artırmak yerine, talebi düşürmek ve büyümeyi düşürmek kararları alınmaktadır. Zira spekülatif sermaye kur politikasının değişmesini istemiyor. Gerçekçe ise TL değerli olduğu sürece Türkiye eksi büyüme de yaşasa, cari açık düşmez. Düşmesi için üretimi durdurmamız gerekiyor. Çünkü üretimde yüzde 70 oranında ithal ara malı ve hammadde kullanıyoruz.
Bizim için temel hedef kalkınma olmalıdır. Kalkınma da günübirlik hesaplarla olmaz. Uzun dönemli ekonomik ve sosyal planlama ile olur. Büyüme yalnızca kalkınmanın gereklerinden biridir. Yalnızca büyümeyi sağlayarak da kalkınma olmaz. Çünkü kalkınma, sosyal ve siyasi boyutları olan bir süreçtir. Bu süreç içinde gerçekleşen kalkınmanın finansmanı istikrarlı büyüme ile sağlanan gelir artışıdır. Ancak büyümeye de artık farklı açıdan bakmak gerekir.
Her şeyden önce zaman içerisinde toplam talebin yapısı değişmiştir. Toplam talebi tüketim harcamaları, yatırım harcamaları ve stok kullanımı oluşturur. 1930 sonrası talep yapısı ile bugünkü talep yapısı farklıdır. İktisatta Keynesgil politikalar, toplam talebin eksikliği halinde devletin kamu harcamaları yoluyla ve alınacak önlemlerle toplam talebin artırılmasını öngörmekteydi.
Keynesgil politikaların uygulandığı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında talep artışı ile birlikte büyüme ve enflasyon da artmaktaydı. 1970-1974 petrol krizleri ile ekonomi durgunluğa giderken, aynı zamanda enflasyon da yaşandı. (Stagflasyon) Bugün ise dünyada likidite artışı, genişleyici ekonomi politikaları ve bütçe açıklarına rağmen, enflasyon artmıyor. Ya da artış sınırlı kalıyor. (Türkiye’de enflasyonun nedeni yapısaldır.) Enflasyon neden artmıyor? Bunun iki nedeni var:
1) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, uluslararası işbirliği arttı. Kalkınma programları yapıldı. Sanayileşme ve gelir artışı hızlandı. Orta gelir oluştu. Tüketim arttı. Küreselleşme ile bu artış hızlandı. Son yıllarda tüketim doyum noktasına ulaştı.
2) 1990’lı yıllardan sonra durum değişti. Küreselleşme sürecinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızlı büyüyen sanayileşme ve reel sektörün gelişmesi ile artan refah ve artan istihdam dengeleri bozuldu. Spekülatif piyasa oluştu. Tasarruf eğilimi düştü ve reel yatırımlar azaldı. Ülkeler arasında ve bir ülke içinde gelir dağılımı bozuldu. Fakirleşme arttı. Orta sınıfın nüfus içindeki oranı düştü. Ekonomide ikili yapı oluştu. Orta sınıfın talebi azalınca, talep artışı yavaşladı ve aynı zamanda talep artışının enflasyonist etkisi azaldı.
Bir anlamda, likidite artışı talep artışına yansımıyor. Çünkü likidite artışı gelir artışına yansımıyor. Bu artış adeta para ve sermaye piyasaları dışına çıkamıyor. Spekülatif piyasa içinde kalıyor. Talep artırıcı etkisi zayıflıyor. Bu şartlarda küreselleşmenin getirdiği bir sorun da reel piyasalar ile finansal piyasaların ayrı ayrı çalışmasıdır.
Öte yandan gelişmekte olan ülkelerde, enflasyonun getirdiği bütçe açıkları sorunu da azaldı. Yerini kur savaşları ve dış rekabete bıraktı. Dış rekabette zayıf ülkelerde temel sorun, dış açıklar oldu.
Bu gidişle Türkiye’de orta sınıf kalmayacak. Türkiye bu şartlarda, 3 yıllık, ruh taşımayan ve uydurma programlardan ve günübirlik politikalardan vazgeçip uzun dönemli bir kalkınma planı yapmalıdır.