Ateş çemberinden çıkmak!..
Yüksek siyasetimizin birinci katmanı, kirli, pis kokulu bir bataklık haline gelmiştir. Aşağısı farklı mı denirse, cevabını atalarımız vermiş, “balık baştan kokar.” Mide bulandıran ne varsa hepsi orada. Benzer manzaralar, geçmişte de, şu veya bu ölçüde hep yaşanmıştır. Ama bu defaki bambaşka... Kıyas kabul etmez... Düşman başına denecek cinsten. 10 yıldır, kendi gibi düşünmeyenlere durmadan, dinlenmeden sürekli bir şekilde, ağza alınmayacak hakaretler, şantajlar, kasetlerle yapılan öfke ve kin dolu saldırılar artarak devam ediyor. Bu acı gerçeğimizi somut olarak görmek isteyenler, bir günlük gazete başlıklarını alt alta yazarak bakarlarsa, hali pür melalimizi görebilirler.
İyi de, “bu defa” neden farklı? Anlamaya çalışalım:
Son 10 yılımızı kastediyorum. Ülkeyi yönetecekleri sandıkta seçen vatandaş; “ülkemin bütünlüğünü, canımı malımı koru, huzuru sağla; kanun hakimiyetini ve kamu düzenini güçlendir, adaletten ayrılma; temel insan haklarını geliştir, iş aş ver; eğitim, sağlık ve adaletin kalitesini artır, zengin millet, hür birey olarak yaşanacak güvenli ortamı tesis için çalış” diyor ve bunları bekliyor. Verilen yetki, şu veya bu kesim için değil, ayrımsız bütün yurttaşlar içindir.
Yetkinin kaynağı ve çerçevesi böyle iken, bu defa iktidar olanlar, işe tarihimizde görülmemiş, hatta dünyada eşine pek rastlanmayan bir noktadan başladılar. Önce, asırlar ötesinden akıp gelen, bir ve bütün olmuş “Türk Milleti” gerçeğini, bir etnisite konumuna düşürmeyi hedeflediler. Bunun için, Millet’in, sadece Türk etnisitesinden ibaret olmadığı, sosyolojik ve vatandaşlık yoluyla kaynaşmış, bir çok etnik ve mezhep gibi sosyal gruplardan meydana geldiğinin inkarı gerekiyordu, bunu yaptılar.
Bundan sonra, dünya gerçeğine de aykırı olan bu varsayımdan hareket ederek; “Türkiye sadece Türklerin değildir. Burada yaşayan başkaları da var. Türkiye hepsinindir” iddiası ile, devletin paylaşılacağını açıkça söylemiş oldular. Türkiye’de, 36 etnik grup var denmesi, milletin ayrılmaz parçalarının, kökenlerine göre, sürekli olarak ve ısrarla isim isim sayılarak zihinlere kazınmak istenmesi bundandır.
Bir olan millet parçalara göre tasnif edilip, “Türkiye hepsinindir” denilince, (aslında burada parçalar derken, söz konusu olan, sadece PKK’nın istismar ettiği Kürt kökenli kardeşlerimizdir) devletin de, yani egemenliğin de buna göre paylaşılması gerekiyordu. Başbakan’ın “Kürt (PKK olacak) açılımını 2002’den itibaren AB Uyum Yasaları çerçevesinde başlattık” açıklaması bu gerçeğin ifadesinden başka ne olabilir? Oslo ve İmralı mutabakatındaki; “Türk adının anayasadan çıkarılması, özerk yönetimin kurulması, ana dilde eğitim, Kandil dahil teröristlerin serbest kalıp etnik siyaset yapması, çatışmazlık” gibi maddelere göre, güvenlik güçlerinin eli kolu bağlanıp, ülkemizin bugünlere gelmesi sağlanmadı mı? 1998’den 2004 başına kadar, 5 yıl boyunca PKK ezildiği halde, 2004’te terör neden tekrar başladı, belli değil mi? Siyasetin başı, kendi parti grubunda “PKK’yı düşman olarak görmüyorum. İnsanları öldürdüğü için suç işliyor diyorum” şeklinde konuşurken, ülkemizi bölme eylemini düşmanlık olarak kabul etmediğini açıklamış olmuyor mu?
Egemenlik parçalanırsa, Orta Çağ’da görülen 100 Yıl Savaşları’nda, zamanımızda Müslüman ülkelerde; Afganistan, Sudan, Libya, Mısır, Irak, Yemen, Suriye’de görüldüğü gibi, iç savaş kaçınılmaz hale geliyor. Büyük Orta Doğu Projesi özünde; “iç dinamikleri çatıştırarak rejimleri yıkmak, egemenlik savaşlarıyla ülkeleri bölmek” hesabına dayanmıyor mu? Türkiye’nin AB ve PKK kıskacına alınmasının arkasında, bu etnik ve mezhep çatışmaları oyunu yok mu?
Osmanlı TürkDevlet anlayışındaki, “Egemenlik, aynen iffet ve namus gibidir. Tecezzi/bölünme ve ortak kabul etmez” temel kabulü, uluslararası hukukun da ana ilkesi değil mi?
Ülkemizin kirli, pis kokulu bataklığa sürüklenmesinin temelinde, bu gerçeklerin yattığını düşünüyoruz. “Türkiye’yi dönüştürme” dedikleri bu korkunç planı, ölümüne benimsemiş olanların, gözünü karartarak, yüksek perdeden 10 yıldır bağıra çağıra ortalığı birbirine katmaları boşuna değildir. Hatta, 17 Aralık sonrasında yaşanan vurgun, soygun, rüşvet ve kara para operasyonlarına karşı, devlet yapısını alt-üst eden yasa dışı müdahaleler, nihayet “devlet benim” anlamına gelebilecek, bütün yetkileri bir kişide toplayacak olan düzenlemeler, başka nasıl izah edilebilir? Yolsuzluk ve rüşvete dair bu kadar bilgi, belge ve delile karşı, açıklama yapmak ve yargıya gitmek yerine, devlette yıkım denilecek yollara başvurmak neyin nesidir?
Uyanalım. Yaşanan vahim olaylar, sıradan parti çekişmeleri değildir. Birbirimizle inatlaşmayı bırakalım. Ülkemiz ateş çemberi içindedir. Kurtuluşumuz, bu gerçekleri görmemize bağlıdır.