Atatürk'ün Kolibası - Kulübesi. Şimdi AKP Genel Merkezi binası yanında kaldı. Yaşar Gürsoy Yazdı

Yıl: 1926
Orman Çiftliğinin arazisi içinde, Balgat köyünün altında Sögütözü denilen yerde su boldu. Küçük bir havuz yardımıyla arazi sulanmış, 100 kadar yetişmiş söğüt ağacı etrafa mutluluk aşılıyordu...

Atatürk çok beğendiği o yerde minik bir köy evi yaptırmak istedi. Selanik şivesiyle söylediği ‘Koliba’nın tek gözlü bir kulübe olmasını istiyordu. Küçük bir de çardağı olacaktı. Ancak kulübe ile çardak arasındaki bölümde 20-30 kadar yeni yetişen söğüt ağacı vardı ve kesilmesi gerekiyordu.

Etrafındakiler “Bundan kolay ne var Paşam, iki günde yaparız” derken onlara,
“Yahu çocuklar” diye uyardı. “Burada küçücük bir koliba yapabilmek için kaç söğüt sökmemiz lazım biliyor musunuz? Ben böyle bir cinayeti işleyemem...” yanıtını verdi.
Ziraat Mektebi hocalarından biri lafa girdi:

“Paşam... Söğüt uysal ve barışçı bir ağaçtır. Kolay yeşerir, kolay büyür. Buradan sökeceğimiz söğütleri başka bir yere dikeriz, sularız, gübreleriz, bir-iki ay içinde tutar bu ağaçlar... Bu benim işim zaten.”

Ağaçların kesilmesine gönlü razı değildi. Anında düşünerek hocaya döndü:

- Hocam, bu işleme güveniyorsanız, ben de isterim bu denemeyi. Bir şartla: Eğer söğütleri bizzat ben sökersem ve öte yerlere bizzat ben dikersem olabilir bu iş.

Çalışmalar hemen ertesi gün başladı.
Kimi zaman ağaçların nerelere dikileceği konusunda işçiler arasında anlaşmazlıklar çıkıyor, hemen devreye girerek Muvazi (paralel) ya da amut (dikey) gibi kelimeler kullanarak kendilerini uyarıyordu. Fakat işçiler o kelimeleri anlamakta güçlük çektiğinden koşup hemen kendisi duruma müdahale ediyordu…

Atatürk işçilerin başında bizzat bulunuyordu. Bir yandan yerleri değiştirilen söğütlerin suyunu veriyor, bir yandan resmi işlerini hallediyordu..

Çok az uyuyordu. Çalışırken bazen gözünden uyku akıyordu. Çalışan işçiler çok gürültü yapıyordu. Biraz olsun ağaç gölgesinde uyumak istediğinde yaverleri gürültülü işçilere; ‘Ya biraz seslerinizi azaltın ya da biraz uzağa gidin’ diye rica ediyordu. Ama eve yakın olan Kerim Ağa’nın tarlasında gürültülü çalışanlar bu uyarıdan hiç hoşlanmadı, hatta öfkelendi, “Dağdan gelen bağdakini mi kovuyor" diye haber saldı.

Atatürk,Kerim Ağa’nın işçilerini kırmadı. Gürültücü işçilerle dostluk kurabilmek için harekete geçip ahbap oldu, barış kurdu, bütün bunları hayretle seyreden kendi adamlarına da açıklama yaptı:

"İşte! Türk köylüsü budur. Toprağından asla ayrılmak istemez. Öfkeleri bundandır. Ama biz anlaştık.”

Bir Macar ustasına küçük bir kulübe ısmarlandı. Parasını kendi verdi. Kerpiçtendi, adını “Söğütözü Sarayı” koydu. Tek katlı, tek odalı, tek kapılı, iki pencereliydi.

Çabucak bitirildi. İçine bir şömine konuldu, bir minik sedir, bir hasır koltuk, bir küçük masa, bir sehpa ve petrol lambası. Yere serilen halı annesi Zübeyde Hanım’dan kalma bir Ladik halısıydı...

Sonraki günlerde kulübenin yanına bir kulübe daha yapıldı; o kendisininkinden biraz daha büyükçeydi; hizmetliler kalıyordu.

Öğle yemeklerini orada yiyordu; paydos zamanları da yere serilen hasır ve seccadeler üzerinde dinleniyordu. Ya günlük işleri? Onları da orada hallediyor, getirilen evrakları oracıkta imzalıyordu…

Çok memnun görünüyordu. Yüzünde gülücükler açmıştı. Yanında genel sekreteri Hasan Rıza Soyak vardı. Birden düşüncelere daldı, yere çömelerek bağdaş kurdu ve sordu:

Ne dersin çucuk (çocuk); acaba bu ağaçlar tutacak mı?

Hasan Rıza Bey, “Kati bir şey söyleyemem paşam,” dedi ve ekledi, “Yalnız bendenize öyle geliyor ki, önümüzdeki kış çiftlik, yakacak bakımından sıkıntı çekmeyecektir…”


Yüzü birden pembeleşti; bıyık altından gülmeye başladı:

- Bana da öyle geliyor, hele bakalım, dedi yerinden kalktı, Köşke dönmek üzere otomobiline bindi…

Yıl: 1956

Atatürk’ün milletinden ayrılışının üzerinden 18 yıl geçmişti. Hasan Rıza Soyak 68 yaşındaydı; geçmişe süzüldü, anılarını kitaplaştırdı:

“ (…) yerlerini değiştirdiği bütün ağaçlar tutmuştu; o günlerden bugüne aradan 30 seneden fazla bir zaman geçmiş bulunuyor; Şimdi; Sögütözü’nde, o vakit Atatürk’ün, Çiftlikte sebze bahçelerinde çalışan Bulgarlara, kendisi için kerpiçten yaptırdığı, ocaklı ve çardaklı kulübe ile yanına yine o tarzda inşa edilmiş küçük bir bina, etrafında da bir fidanlık, bir de küçük orman var.
Sık sık oraya gider, bazen orada yemek yer, sonra ot minderli sedire uzanarak rahat, sakin uyurdu.”

Yıl: 1999

Yazar Nezihe Araz’ın aklına takılan Atatürk’ün o kolibası araştırmasına neden oldu. Gitti, araştırdı. Söğütözü’ne vardığında kulübenin unutulmuş, bakımsızlıktan eskimiş bir halde buldu. Çevresindeki söğütler yaşlanmıştı; kimi kurumuş, kimi yıkılmıştı. Gözlemlediklerini kitaplaştırdı. Bir yıl sonra Orman Bakanı Nami Çağan’ın emriyle kulübe restore ettirildi, Milli Parklar’a bağlandı; içindeki masanın üzerine Atatürk’ün yemek takımları kondu; müzeye dönüştürüldü…

Aradan yıllar su gibi akıp geçti. Şimdi o mütevazı Atatürk’ün o dönemki mütevazı ‘Kolibası’nın çok yakınında AKP Genel Merkezi bulunuyor. Kulübe, binanın gölgesinde adeta unutulmuşluğa yüz tutmuş kaderini beklerken, birçok kişi Türk milletine insanlığı öğretmeye yürekten inanmış bir önderin anısını bulmakta güçlük çekiyor…


Bahçesinde Atatürk’ün kahve içtiği bu kulübenin karşısında şimdi AKP Genel Merkezi’nin binası var.

 

 

Kaynak:
Hasan Rıza Soyak, Atatürkten Hatıralar
Nezihe Araz, Atatürk Evleri

Yazarın Diğer Yazıları