Atatürk'ün 'en iyi' arkadaşı kimdi?

BOMBA SAĞANAĞINDA ÇORBA İKRAMI

Çanakkale- 1915
9 Ağustos sabahı.

23. Alay, 24. Alay’a takviye olarak yetişti.

Nuri Bey, birliklerini tekrar hücum ettirecekti. Çünkü Conk­bayırı’ndaki düşman birlikleri oradan Çanakkale Boğazı’nın büyük kısmını rahatlıkla görebiliyordu.

Anafartalar bölgesinde ise bir başka kahramanlık destanı yazılıyordu. Mustafa Kemal ve birlikleri göğüs göğüse, canla başla savaşıyor, düşman taarruzunu durdurmayı başarıyordu.

Nuri Bey’in sadece 1500 askeri vardı. Anafartalar Kuman­danı Mustafa Kemal düşmanı durdurduktan sonra hemen Nuri Bey’in birliklerine destek için yola çıktı. Yola çıkmadan önce de hem Nuri Bey’in 8. Tümen’ine hem de 9. Tümen’in komutanı­na telefonla emir verdi:

“Bu gece Conkbayırı’nda sizden büyük faaliyet talep edece­ğim. İki piyade alayı için orada bulunan kıtalar vasıtasıyla hiç olmazsa sıcak bir çorba hazırlatmaya imkân bulmanız çok iyi olacaktır.”

O emir, moral desteğiydi. Ama Nuri Bey için başka bir an­lam taşıyordu. Çocukluk arkadaşı, silah arkadaşı, can yoldaşı Mustafa’sı; komutanı savaşın en can alıcı anında kendisinin birliğini şereflendirecekti.

Mustafa Kemal ve birliği atlarını 8. Tümen’in bulunduğu bölgeye sürdü.

Geçtikleri arazinin hemen her metrekaresinde Türk ve İn­giliz askerlerinin cesetleri vardı. Ölüler yaz sıcağı nedeniyle er­kenden şişmiş, etrafa ağır koku yayıyordu.

Sıhhiyeciler yol üzerinde gördükleri şehit arkadaşlarını bir çırpıda gömüp yollarına devam etti. O sırada düşman uçakla­rı Mustafa Kemal ve arkadaşlarının üzerine bombalar yağdırıyordu. Birlikler sağa sola dağılarak hedef şaşırtarak yoluna devam etti. Nuri Bey’in karargâhına ulaştığındaysa neredeyse gece olmuştu.

İki arkadaş resmiyeti kısacık da olsa bir yana koyup, birbir­lerine gururla, sevgiyle, saygıyla ve hasretle sarıldı:

- Nasılsın yiğidim?

- Sağ ol, var ol Kemal! Allah’a çok şükür...

Dostlukları çocukluk yıllarına dayanıyordu…

Selanik- 1887
Akşam olmak üzereydi. Zübeyde Hanım, sokağa seslendi pencereden:

- Ayde!.. Mustafa! Gelesin çabuk, kan ter içinde kaldınız. Şu tevekkellere bakın ele!”

Nuri’nin anası Zehra çıktı kapı komşusunun bağırtısına:

- Bırak allasen Zübeydanım, bir halt olmaz bu haytalardan!”

Okul çağında bile değillerdi. Hayatlarının hemen her evresinde birlikte olacaklardı.

Atatürk ve Nuri Conker HarpOkulu yıllarında
 


NURİ BEY: EYVAH VURULDUN KEMAL!

10 Ağustos 1915 sabahı, saat 04.30
Çanakkale

Mustafa Kemal 8. Tümen’in en öndeki siperlerine kadar yürüdü, kırbacını kaldırdı, bir süre öylece kaldı ve sonra hızla aşağı indirdi. O işaretle namazlarını kılan Mehmetçikler ileri atıldı; süngü hücumu başladı:

“Allah! Allah! Allah!..”

Türk askerlerinin tümü kısa süre sonra İngiliz siperlerinde, burunlarının diplerindeydi. Gırtlak gırtlağa birbirine girdiler. 14. Alay Komutanı Binbaşı Hakkı şehit düştü.

Müttefik Kuvvetler Başkomutanı General Hamilton, İngiliz Genelkurmayı’na acil bir rapor gönderdi:
“İlahi bir hücumla karşılaştık.”

Time muhabiri Ashmead Bartlett, defterine, “Bu savaş, dev­ler ülkesinde bir devler savaşıdır,” diye not düştü...

Nuri Bey’in kumandasındaki birlik karargâhının çok yakın­larında, daha önceki saldırılarda yıkılmış bir topçu gözetleme noktası vardı. Gözetleme yeri kısmen de olsa sığınak gibiydi. Ama, komutanından neferine hiç kimsenin aklına oraya gir­mek gelmiyor, şehit düşme pahasına, saldırı üstüne saldırı ger­çekleştiriyorlardı. Alayıyla Mustafa Kemal’in çok yakınındaydı.Savaş tüm hızıyla sürüyordu.

Bir ara iki yâren göz göze gel­di. O sırada patlayan bombanın çelik misketi Mustafa Kemal’in tam kalbinin üzerine isabet etti. Nuri Bey, “Eyvah vuruldun Kemal!” diye bağırdı, koşarak arkadaşının yanına ulaştı. Silah arkadaşı soğukkanlılığını korudu:

- Öyle bir şey yok. Aldığınız emri derhal yerine getiriniz...

Oysa gördüğü gerçekti. Çelik misket arkadaşının tam kal­binin üzerine çarpmış, fakat mucize eseri cebindeki saate isabet etmiş, saati parçalanmıştı…

NURİ BEY’İN KANIYLA ÇİZDİĞİ CEPHE NASIL ELE GEÇİRİLDİ

Çok iyi bir istihbaratçıydı. Cephede ileri hatlardan bilgi toplamasını ve sonrasında birliğini düşman üzerine sürmesini iyi bilirdi…

Sahra telefonundaki ses Mustafa Kemal’indi:

- Nuri! Çabuk Conk Tepesi’ne gidiniz ve oradan düşmanı çıkarınız!

Birliğiyle adeta bölgeye uçarak kondu.

Saat 19.00’u gösteriyordu, o sırada 9. Fırka’nın 64. Alay’ının 300 askeri canhıraş bir şekilde savaşıyordu. Barut, kan ve cansız bedenler, kesif bir koku olup burunları, ciğerleri paralıyordu.

Mehmetçikleri­ne hücum emrini verdi:

- İleri aslanlarım! İleri yi­ğitlerim. Allah yolunuzu açık etsin!

- Allah!.. Allah!.. Allah!..

- Analarınız için!.. Babala­rınız... Bacılarınız için!..

- Allah!.. Allah!.. Allah!.. Allah!..”

Mermi, süngü, mitralyöz, kazma, kürek, barut, kan...

Alnından vurulup yere düşenler, siperden sipere koşan, yavuk­lusunun fotoğrafına kan bezenen neferler, siperden sipere mermi tokuşmaları, savaşın ve ölümün adı oldu.

Nuri Bey’in Alayı, saat 22.30’da düşman hattının üzerine tamamıyla çul­landı. Mehmetçikler karanlıkta aslanlar gibi dövüşerek ölüm ku­san makineli tüfekleri ele geçirdi.

Muharebe hattı, Conk Tepesi’nin 10-15 metre batısında kalmıştı. Geceleyin bu hattın son gayretle alınması için emir verildi. O durum karşısında Nuri Bey, tedbir olarak bıraktığı 23. Alay’ı geceden kendi cephesine kattı.

Mustafa Kemal’in emri kulaklarda çınladı, yüreklere kazındı:

“Ben size taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir!”

CONKBAYIRI NASIL ALINDI?

Nuri Bey, süvari mülazimi Saim’i yanına çağırdı:

- En ileri hatlara kadar git vaziyete bak. Şahin Sırtı alınıp alınmadı mı öğren ve süratle bana bildir!

- Emredersiniz kumandanım!

Saim, yayından çıkan ok gibi fırladı…

Bombardıman sürüyor, mermi ve bombaların parçaları Nuri Bey’in çok yakınlarına kadar geliyordu. O mermilerden biri sekti başına çarptı. Yarası küçüktü ama şakağına yakındı. Gücü hızla tükenmeye başladı. Yere yığıldı. Sıhhiyeci neferler hemen kumandanlarının başına koştu, yara­sından akan kanı bastırdı, hemen sardı ve onu bir önceki mü­dahaleden kalan kurumuş kan lekeli sedyeye aldı.
Benzi solmaya başladı. Acısı fazlaydı; şiddeti artıyordu. Mustafa Kemal aldığı bilgiyle hızla atını arkadaşının yanına sürdü. Geldiğinde en has arkadaşı sedyede boylu boyunca yatı­yordu. Üzüldü ama üzüntüsünü belli etmedi:

- Geçmiş olsun Nuri!..

- Var ol Kemal... Ciddi bir durum yok.

Sedyenin üstünde; yatar va­ziyette durumu kumandanına can yoldaşı Mustafa Kemal’e anlattı: Anlatırken gücü tükeni­yor, sesi her geçen saniye kısılıyordu:

- Şahin Sırtı daha... alamadık... sırtın... dar boyun... nokta­sında... on kadar... makineli... var... bizi... yan... ateşine alıyor...

Kesik sözcükleri dinlerken çelik mavi gözlerinden şimşek­ler çakıyor, üzüntüsünü yüreğine gömüyor, düşman mermileri sağına, soluna, önüne, arkasına düşüp art arda patlıyordu.
Ar­kadaşının ikinci bir yara almasından endişe duydu. Askerlere sedyenin yarı yıkık topçu gözetleme yerine götürülmesi emrini verdi. Orası da tayyarelerin ateş hattındaydı ama en azından korunaklıydı...Sedye hemen oraya taşındı.

Arkadaşının başından bir an olsun ayrılma­dı. Nuri Bey, güç de olsa anlatacaklarına devam etti. Tıkne­fes olmuştu. Sesi çok güç işitiliyordu. O anlarda emir subayı sedyenin üstüne eğilip duyabildiklerini Mustafa Kemal’e tek­rarladı.

Kısa süre sonra sesi tamamen kısıldı. Kolunu güçlükle uzat­tı, söylemek istediklerini toprağa parmaklarıyla yazmaya çalıştı. Kahraman Türk komutanı yavaş yavaş damarlarından boşa­nan kanından evvel; tatlı canından önce, çok önemli vazifesini düşünüyordu.

Nihayet söyleyecekleri bitti. Toprağın üzerine yazı yazan elini kaldırdı, başına götürüp selam verdi. Mustafa Kemal, sevgili arkadaşını bağrına çekti, sımsıkı sa­rıldı, boğazının düğümünü çözüp:

- Teşekkür ederim. Sıhhatler temenni ederim. Bir şey değil, çabuk iyileşirsin, gene beraber çalışırız, dedi. Ama arkadaşı o söylenenleri duyamadı.

Sıhhiye neferleri baygınlık geçiren kumandanlarını ateş hattının en güvenli bölgesine taşıdılar. Ölümden dönen sadece Mustafa Kemal, Nuri Bey değildi. 23. Alay Kumandanı Halil Recai Bey de şiddetli çatışmalar sırasında yaralanmış, cephe ge­risinde tedavi altına alınmıştı. Şehit olanların sayısı belirsizdi...

Mustafa Kemal tüm birliklere emrini tekrarladı:

- İleri aslanlarım! İleri yiğitlerim!..

- Allah! Allah! Allah! Allah!”

Mehmetçikler, komutanları başta; dört bir yandan saldırıya geçti. Bir an için Türk ve İngiliz süngüleri birbirine çarparak şakıdı; kasaturaların çelikleri kızardı, bir iki dipçik, birkaç ka­fayı patlattı. Türk hücumları bir kasırga gibi, önüne geleni sü­pürüp yürüdü.
Canlı süngü ormanı öyle bir şiddetli saldırmıştı ki İngilizler çil yavrusu gibi dağılıp kelle koltukta kaçtı. O birliklerin kaçtı­ğını duyan diğer birlikler de siperlerinden çıkıp gerisingeriye; kayıplara karıştı...

Savaş, İttifak Devletleri’nin başarısızlığıyla son buldu; bin­lerce vatan evladını ana babasından, çoluk çocuğundan, yavuk­lusundan koparıp aldı. Ama Conkbayırı alındı, düşman gerisin geriye kaçmaya başladı.

O bölge düşseydi Çanakkale Zaferi muhtemelen kazanılamayacaktı. Zaferde Nuri Conker''in büyük payı vardı.

Nuri Conker''in savaşta yaralıyken toprağa çizdiği haritanın kağıda dökülmüş hali

MUSTAFA KEMAL: “...BİR ÖZ KARDEŞ VARSA NURİ’DİR.”

Birbirlerine yürekten bağlıydılar.
Nuri Bey üçüncü kez Gazi olmuştu. O hastanede tedavi görürken Mustafa Kemal dört yıl önce eskiye uzandı.

Takvim yaprakları Eylül 1911’i gösterdiğinde Mustafa Kemal bu kez İtalyanlarla savaşmak için Trablusgarp’taydı. Cepheye kaçak olarak, Tanin gazetesi muhabiri Şerif Bey sahte ismiyle geçecekti. Nuri Bey de yoldaydı. Gemi hareket etmeden önce de bir başka kafileyle Trablusgarp’a gel­mesi planlanan Naci takma isimli Nuri Bey’e verilmek üzere, Salih Bey’e mektup yazdı. Mektupta iki yakınından; annesi Zü­beyde Hanım ve Nuri’den söz ediyordu:

“Başka kâğıdım yok. Nuri’ye ayrıca mektup yazamaya­cağım. İstersen bu mektubu aynen gönder veyahut bahis­le bir mektup yaz ve kıymetli kardeşime de ki: benim için hatırası kalp ve vicdanımdan bir an çıkmayan bir öz kardeş varsa Nuri’dir. Bu muzlim (meçhul) seferi onunla yapmak is­terdim. Allah nasip ederse saha-i mücadelatta (mücadele) birleşiriz ve eğer mukadderse ahrette buluşuruz.”

“HER ŞEY ELİNİZDE. SELANİK’TEKİ EVİNİZ BOŞ DURUYOR.”

1923
Ankara

Milli Mücadele henüz bitmiş, Lozan Antlaşması belgelen­miş, ordu Meriç sınırına yakın bölgelere konuşlanmıştı. Nuri Bey, Gazi’ye: “Paşam, ne duruyorsunuz? Her şey elinizde. Se­lanik’teki eviniz boş duruyor. Bir sözünüzle orada oturabilirsi­niz. Size kim engel olabilir?” dedi.

Gazi herkesin yüzüne baktı ve konuştu.

“Böyle bir hareket bütün Avrupa’yı aleyhimize birleşmeye sevk eder. Büyük bir mücadele iyi bir biçimde sona erdi. Teh­likeli bir maceraya atılamam.”


“YALNIZIM NURİ, YALNIZIM...”

Çok arkadaşı vardı ama kendi gibi düşünen, fikirlerine dostluğuna güvendiği en önemli arkadaşı Nuri Bey’di

Başkomutan Çankaya Köşkü’nde tek başına salonda dolaşı­yor, yavaş yavaş karanlığın örtüsü Ankara’yı örtüyordu. Kuşlar yuvalarına, koyunlar ağıllarına, babalar evlerine dönüyorlardı. Artık hayatın neşesi ve hareketi yuvalarda başlamak üzereydi. Fakat Başkomutan köşkünde yalnızdı. Bu esnada çok sevdiği özel hayatına ilişkin hemen her şeyini çocukluk yıllarından o yana bilen arkadaşı Nuri Bey, salondan içeri girdi. Arkadaşını dalmış vaziyette Ankara Kalesi’ni seyrederken buldu. Kendine geldiğinde Nuri Bey’i fark etti, iç geçirerek, “Yalnızım Nuri, yalnızım!” dedi.

Nuri Bey, bu hüzünlü ve manalı hitabı duyunca, "Paşam, neden yalnızsın... Türk milleti sizin etrafınızda kalpten bir çe­lenk örmüş... Milletin var, bizler varız. Neden yalnız olacakmış­sınız?” dedi.

Parmakları arasındaki sigarasından bir-iki nefes çektikten sonra, bir koltuğa oturdu…
 

“NURİ ARAMIZDA TERLİK MESAFESİ OLSUN!”

Gazi’nin en önemli zevklerinden biri Nuri Bey ile gün ışı­maya yüz tutarken at binmek, akşamlarıysa mutlaka birlikte sofrada bir araya gelmekti. Güreş de yaptıkları olurdu, bilardo, poker oynadıkları da. Birlikte sofrada sohbet edip keyif almak en büyük zevkleriydi.
Latife Hanım kendisini bu nedenle evden bile kovmuş, O da kendisine, “Kapıdan kovarsanız, bacadan dönerim” bile demişti.

Atatürk’e , “Kemal” diye hitap edebilen tek arkadaşıydı.

Malı mülkü olan bazı Ankaralıların dışında Konak yoktu. Ankara’da henüz imar bakımından gelişmemişti. Sabahlara kadar süren sofra bitiminde Nuri Bey Çankaya Köşkü’nden en geç ayrılan olurdu. Evi ile Köşk arasında mekik dokuyordu. Sabahlara kadar süren sohbetler Nuri Bey’i yormaya başla­mıştı…

Bir gün yine sohbet sırasında baş başa kaldıklarında Atatürk, Nuri Bey’e bir teklifte bulundu. O teklifi daha önce de yapmıştı, ısrarcı oldu:

- Nuri, sen gel o evden taşın, yanıma yakın bir yerlerde arazi satın alalım, evini buraya yap, dedi, parmağıyla köşkün karşı­sındaki araziyi işaret ederek. (İşaret ettiği arazi şimdiki Başba­kanlık konutudur) “Nuri aramızda terlik mesafesi olsun!” dedi.

Önce şaşırdı sonra sevindi. Çocukluk arkadaşı, silah arkadaşı, yâreni yanı başında olmasını diliyordu... Ama teklifi nazikçe geri çevirdi.

İki can dostun gözleri birbiriyle, içtenlikle buluştu oradan yüreklerine yol aldı...
Nuri Conker''in Ankara''da oturduğu ev

“SANA KEFİL OLURUM NURİ... ”

İlerleyen günlerde Nuri Bey Anafartalar Caddesi’nde, üç katlı kâgir bir apartman almak istedi ama pa­rası çıkışmadı. Apartman Ankara’nın ilk kaloriferli apartma­nıydı. Osmanlı Bankası’na başvurdu; kredi almak istedi. Ama yetkililer iki kefil olmadan kredi veremeyeceklerini söyledi.

Durumu Paşa’ya açtığında tereddütsüz, “Ben sana kefil olu­rum Nuri...” yanıtını aldı. Ama ikinci kefili yoktu.

Bankaya gitti evraklarını sundu, görevli, “İki kefil demiştik, burada tek kefilin imzası var,” diye reddetti. Muzip biriydi. Yine öyle yaptı. Muzip bir gülümsemeyle, “Ama o kefil Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır,” dedi. Banka yetkilisinin gözleri fal taşı gibi açıldı ve ardından da krediyi çıkarıp hemen verdi.

Nuri Conker 11 Ocak 1937 günü kalp krizinden yaşama veda etti. Haberi Atatürk’e berberi Mehmet Tanrıkut Mete verdi. Ve Atatürk ilk kez dakikalarca hüngür hüngür ağladı. Ve sonraki günlerde hastalığı nüksetti pek fazla yaşayamadı…

Takvim yaprakları 10 Kasım 1938 Saat: 9’u 5 geçeyi gösterirken iki arkadaş bir kez daha buluştu…

 

Not: Bu yazı 6 yıllık kapı komşum Birol Deral’a ithaf olunmuştur. Jandarma Kıdemli Albay Birol Deral, bu satırların oluştuğu sırada maalesef aramızdan ayrılmıştır.
Saygılarımla Komutanım!
Buluşmak üzere…

Yaşar Gürsoy

 

Kaynak: Yaşar Gürsoy Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları