Atatürk bıldırcını neden severdi
Bahriyeli Bahri Noyan, Atatürk’ün yanında, Çankaya’ Köşkü’nde görevliydi.
O gece nöbetçiydi. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp köşkün bahçesinde kontrollere çıkmıştı. Bir ara köşkün ana kapısına geldiğinde Atatürk’ün telaşlı adımlarla yürüdüğünü fark etti.
Atatürk daha önceden gözüne kestirdiği ağaca doğru yöneldi. Fazlaca yaklaşmadan ağacın dalında bulunan küçük bir kuş yuvasını rahatsızlık vermeden izlemeye başladı. Bir müddet sonra usulca ilerleyerek ağacın altında durdu. Tam o sırada yuvasından fırlayan ana kuş öterek başının üzerinde dolanmaya, dönerek çılgın gibi uçmaya başladı.
Bahriyeli Bahri Noyan’ın kendisini izlediğini görünce eliyle işaret edip yanına çağırdı. Genç subay şimşek hızıyla yanına gidip selam durdu.
Atatürk şehadet parmağını şakağına koyarak konuştu:
– Bak görüyor musun? Bu kuşun burada yuvası, içinde de yavruları var. Etrafımda nasıl dolaşıyor. Kudreti olsa beni burada parçalayacak.. Ana kalbi derler işte buna. Bahçıvanlara söyle sakın kimse dokunmasın bu yuvaya.”
10 Ekim 1932
Atatürk ve beraberindeki İstanbul’da Şile’yi ziyarete gitmişlerdi. Yanında manevi kızı Sabiha Gökçen de bulunuyordu. Mevsim sonbahardı; bıldırcın mevsimiydi. Kendisine kafeslerle bıldırcın armağan edildi.
Akşam oldu, Dolmabahçe Sarayı’na dönüldü. Atatürk, hizmetlilere, “Köylülerin verdiği bıldırcınları getirin” dedi.
Bıldırcınlar kafeslerde getirildi.
Daha ilk kafesin kapağı açılır açılmaz iki bıldırcın hızla fırladı ve
havada bir daire çizerek uçup sonrasında Atatürk’ün tabağının kenarına kondu. Bıldırcınların boyunlarının eğik olduğunu görünce birden , “Bu iki bıldırcın kesilmeyecek!” dedi, ardından da sözünü tamamladı:
“Bütün bıldırcınlar kesilmesin, hepsine iyi bakılsın.”
Ertesi akşam o iki bıldırcın yine sofraya getirildi. Kafes açılınca yine birer daire çizip Atatürk’ün tabağının yanına kondular.
Gözleri nemlendi:
“Bu bıldırcınlar Çankaya’nın kuşları olarak muhafaza edilsin”dedi.
Bir zaman geçtikten sonra Atatürk’ün bıldırcınlara karşı olan sevgisi unutulup gitti ve bir akşam sofrasında mönüde bıldırcın kızartması vardı. Sofraya aşçıbaşının hazırladığı bıldırcın kızartması yemeği getirildi. Çok da güzel kızartılmış ve servis yapılmıştı...
O gün çocukluk arkadaşı Salih Bozok’un neşesi yerindeydi, kesilmelerinden önce bıldırcınlardan bir tanesini alıkoyup saklamıştı.
Yemek başlarken cebinde sakladığı bıldırcını çıkarıp saldı. Niyeti Atatürk’ü neşelendirmeye çalışmaktı.
Işıklar altında kalabalıktan ürken bıldırcının uçacak mecali yoktu. Hatta sofradaki tabakların üzerinden seke seke birkaç adım atabilecek hali bile. Bıldırcın son olarak Atatürk’ün tabağının kenarına konuverdi.
Yüz çizgileri derinleşti, kaşları çatıldı ve yüzünü kara bir hüzün bulutu kapladı. Usulca bıldırcını eline alarak, tüylerini okşadı ve sert bir ses tonuyla seslendi:
“Kaldırın bu servisleri. Bir daha da soframda kuş yemeği istemiyorum!”
Görevliler koşarak tabakları kaldırdı.
Salih Bozok ne yapacağını bilemedi; yüzü kızardı. Oysa çok iyi tanıdığı arkadaşı Atatürk’ün o şakadan hiç ama hiç hoşlanmayacağını bilmeliydi. Zira; Atatürk Kurtuluş Savaşı yıllarında bile Çankaya’da kaz ve tavuk besleyen,
atlarının ölümüne gözyaşı döken, kurban kesilmesine dayanamayan merhametli bir önderdi...
Kaynak:
Bahri Noyan, Akşam Gazetesi, 10 Kasım 1968, Gazi’nin Son yılları.
Hilmi Yücebaş, Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar
Yaşar Gürsoy, Anne O Bizden Biri