Atatürk Suriye’de neler yaşadı hangi notları tuttu

Asrın lideri Atatürk Kurmay Yüzbaşı olarak çıktığı Harbiye’den sakıncalı bulunarak sorgulandı ve sonrasında Suriye Şam’da bulunan 5’inci Ordu Komutanlığına bağlı 30’uncu Süvari Alayına tayin edildi. Henüz 24 yaşındaydı yüreği bağımsız ve özgürce yaşanabilecek bir ülkenin hayalini kuruyordu...

Sınıfı arkadaşları Kurmay Yüzbaşı Müfit (Özdeş) Şam’da bulunan 29’uncu Süvari Alayında, Ali Fuat (Cebesoy) ise Beyrut’taki Süvari Alayında görevlendirilmişti.

Soğuk bir kış günü; 5 Şubat 1905 tarihinde görev yerlerindeki stajlarına başlamışlardı.

Osmanlı Hükümeti, Atatürk’ten Mart 1905 tarihinde Havran’da çıkan Dürzî ayaklanmasını bastırması istendi...

Zıpkın gibiydi, orada dört ay kaldı. Basrelharir ve Kuneytira’da da görev aldı. Temmuz sonunda tekrar Şam’a döndü. İsyanları mermi kullanmadan halkla kurduğu dostluk ilişkileriyle yatıştırdı, bölgede kendisini sevdirdi, isyanlardan yılan halkı huzura kavuşturdu...

Şam’da kaldığı üç yıl boyunca her fırsatta çevreyi gezdi, halkı inceledi bölgeyi karış karış tanımaya çalıştı ve notlar tuttu...

Notlarında bölgedeki çarpıklıkları, hesapsız uygulamaları, Rusya, Fransa ve İngiltere’nin etkin olduğu bölgeleri belirledi. Bunlar da yetmedi Suriye’yi yönetenlerin yolsuzluk ve usulsüzlüklerine bizzat tanıklık etti. Tuttuğu notları İstanbul’daki karargahına da bildiriyordu...

O yaşında yaşadıkları siyasi hayatına da ışık tutacaktı. Fikirlerini eyleme dönüştürdü, Şam’da ilk devrimci örgütü; Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurdu. (Haziran-Ekim 1905)

Kurduğu örgütü genişletmeye, benimsetmeye çabaladı...

Nisan 1906’da gizlice Yafa'yı terk ederek Mısır üzerinden Yunanistan'ın Pire limanından vapurla Selânik’e gitti. 3. Ordu Müşiriyet Dairesinde görevli Kurmay Albay Hasan Bey'i buldu. Hava değişimi raporu aldı. Çalışmalarını gizlice yürüttü ve geri döndü...

20 Haziran 1907’de 5. Ordu Kurmay Başkanlığına atandı. Kıdemli Yüzbaşıydı. Piyade ve topçu stajı bitince; 13 Ekim 1907’de Selanik’te bulunan 3. Ordu Komutanlığına atandı.

İşte Suriye’de bulunduğu süreçte aldığı notlardan bazıları:

SUBAYLARIN KÖTÜ ALIŞKANLIKLARI

"18 Temmuz 1905 saat 1'de İrbid'e varış. (...) Kaymakam Bey'in ifadesine göre, halk yönetime sadık; ancak, yapılan hareketler onları şımartıyor. Halk çete halinde eşkıyalığa çıkmıyor. Aralarında ufak tefek çarpışmalar oluyor. Bunun için halka yazılı bildiriler dağıtılarak seyyar müfrezeler dolaştırılmalı. Bilgi ve eğitimin gelişmesi için gereken ortam hazırlanmıyor. Burada iki okul açtım. Buralara öğretmen tayin edilmediği için, vekaletle bu iş idare ediliyor."

“A- Subayların hepsi, askeri fikir ve bilgilerden tamamen yoksundur.

B- Askeri konuların en kolaylarının bile, cahil olan bu subaylar heyeti içinde bazıları görülür ki kendilerini en iyi asker, en isabetli fikir sahibi komutan kabul ederek bilgiçlik iddiasında bulunurlar.

C- Doğrudan kabul etmemek, kendilerinin hiçbir hazırlık düşüncesine dayanmayan eğitimlerini doğru göstermek ve herhangi birinin bu konudaki bir iddiasında, diğerlerinin anlamadıkları halde, mutlaka taraf tutarak söz söylemelerini işitmek insanı çıldırtır.

D- Bir hatalarını söylemek, kendilerine düşmanlık ilanı gibi algılanır.

E- Gözlerinde, kurmay subaylarının bilgileri, yapılması imkânsız, masal derecesindedir ve bu inançlarını açıkça söylemekten asla utanmazlar.

F- Kendileri tecrübe ile beslenmiş, önemli işleri hallederek yetişmiş olduklarını ileri sürerek, bir bilgi ve görüş sahibinin anlatacağı gerçekleri anladıkları halde, dinlemek istemezler. Kendilerinin her yaptıklarını durum, ortam ve zamana uygun göstermekle, cahilliklerini ve bencilliklerini ilan etmeleri her zamanki alışkanlıklarındandır.

(...)

Bu cahil ve kötü niyetli adamlar aynı zamanda tamamen hırsızdırlar.

Süvari sınıfına yeni geldiğim zamanlar, ilk karşılaştığım ve arkadaş olduğum subaylar kendilerini o kadar güzel tanıtıyorlar, o derece doğru ve vicdanlı gösteriyorlardı ki insanlık maskesi altında aşağılık ve hainlik vasıflarını gizli bulunduğunu fark etmek oldukça zor, özellikle benim gibi gerçek hayata yeni atılanlar için imkânsızdır.

(...)

Vergi toplamak amacıyla gönderilen müfrezelerin bir subayla, 2-3 atlı olması yeterliyken, 20-25, 30-40 atlı gönderilmesindeki amacın hayvanların arpa ve samanlarını bedava tedarik etmek ve buna karşı, harcanmış gibi gösterilen değerdeki parayı cebine koymak olduğu anlaşıldı.
4 Ekim 1905”


Samsun’dan yaktığı özgürrlük ve bağımsızlık meşalesinden sadece 5 ay sonra (9 Ekim 1919) Suriyelilere bir beyanname yolladı:

“...Bütün silahlarımızı ülkemizi bölmek isteyen hain partilere karşı çevirmeliyiz… Din kardeşi gibi yaşayalım ve düşmanlarımızı perişan edebilelim”

11 Aralık 1919 tarihli Heyeti Temsili Kararları arasında “Suriye’nin bağımsız bir Arap Hükümeti teşkil etmesi ve ardından Konfederasyon halinde birleşmemiz esası”ndan bahsetti...

Emperyalizme karşı Suriye ve bölge milletleriyle işbirliği için 15 Şubat 1920’de Halep’te Arap Milli Teşkilatı Başkanlığı’na bir yazı gönderdi:

“...Mektuplarınızda Suriye, Irak ve Türkiye, bağımsızlıklarını kurtararak Konfederasyon teşkil eylemek veyahut gelecekte kararlaştırılacak tarzda bir irtibat tesis eylemek üzere birlikte hareket edilmesi bildirilmiş, biz de bu teklifinizi kabul ederek tafsilatlı bir talimat göndermiştik”

Önerisi kabul edildi. 29 Şubat 1920’de Talat Paşa’ya mektubunda “Araplara karşı başından beri ifade ettiğimiz siyasi formül şudur: Her millet kendi dahilinde bağımsızlığını kurtardıktan sonra ‘konfederasyon’ halinde birleşmek. Bu esas Araplarca memnuniyetle kabul edilmiştir.” diye yazdı.

24 Nisan 1920’de, Mecliste bir konuşma yaptı:

“...Ettiğimiz, kendi dâhilinizde, kendi kuvvetlerinizle, kendi mevcudiyetinizle istiklalinizin teminine çalışınız. Biz de her şeyden evvel bağımsızlığımızın teminine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mani kalmaz”

21/22 Aralık 1937

Suriye Fransızların güdümü altındaydı...

Aramızdan ayrılışına 10 ay kala; hasta hasta Ankara Karpiç Lokantası’da ağırladığı Suriye Başbakanı Cemil Mardam'a Suriye ve güney komşularıyla ilgili görüşlerini açıkladı:

"Ben Suriye'yi bilirim. Gençliğimde Şam'da bulundum. Sürgün olarak, Abdülhamid zamanında. Suriye'nin daha birçok şehirlerinde de yaşadım. Daha sonra kumandan olarak da bulundum. Bütün kabahat Osmanlı İmparatorluğu'ndadır. Balkan Harbi sonunda Gelibolu'daydım. Ben Talat Paşa'ya teklif ettim. Suriye'ye, Irak'a bağımsızlık veriniz dedim. Talat Paşa 'Bunu başkasına söyleme, seni asarlar' dedi. Fakat yapılacak şey buydu. Eğer yapılsaydı bugün Türkiye, Suriye ve Irak -ki zaten kardeştirler- bugün daha samimi kardeş olacaklardı.
Ben ve hükümetim sizin tam bağımsızlığınızı istiyoruz. Eğer Fransızlar mani olursa, Fransızlara da söyleyecek sözlerimiz vardır. Ona da kefilim. Suriyelilerin ordusu yoktur. Fakat bizim ordumuz kafi. Söz veriyorum: İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım. Temenni ederim ki, buna mecbur olmayalım. Katiyen bırakmam. Suriye’yi terk etmek istemiyorlar. Fakat terk edeceklerdir. Bir kere tutunuz, ordu yapınız. Korkmayınız. Bir şey yapamazlar. Kuvvet kullanmazsanız her şey yaparlar.” "

25 Aralık 1937

Gaziantep’in kurtuluşunun 16. yıl dönümüydü. Gaziantepli yurttaşlarına telgraf çekti:

“...Eğer bir gün millet, vatan ve Cumhuriyet’in yüksek menfaatleri gerektirirse, o çevre kahramanlarının geçmişte olduğundan daha yüksek kahramanlıklar göstermeye hazır bulunduklarına da şüphem olmadığı bilinmelidir!”


Kaynak:

ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 55, Cilt: XIX,
ATABE, c.4, 3. Basım, 2005,
Kaynak Yayınları, İstanbul, s.251.

Yazarın Diğer Yazıları