Atatürk Müzeyyen Senar’ın saçlarını neden kestirdi
Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’ndaydı…Maestro Nubar Tekyay heyecanla çaldığı kapının açılmasıyla dostları Senar Ailesi’nin evine girdi.
“Hadi kızım, çabuk hazırlan saraya gidiyoruz,” diye haykırdı.
Müzeyyen Hanım çok şaşırmıştı.
“Ne sarayı, ne işimiz var saraylarda?” dedi önce. Ama sonrasında söylenenin doğru olduğunu anlayınca sevincini üst kattan salona inen eşi Ali Bey’e aktardı, hiç vakit kaybetmeden hafif bir makyaj yapıp, olabildiğince düzgün giyinip hazırlandı.
Kapıda saray tarafından bekletilen otomobile bindiklerinde Nubar Bey olan biteni anlattı:
“Gazi Paşa Hazretlerimiz, sesinizin güzelliğini öğrenmiş, ‘Hanımefendi gelsin de davetlimiz olsun,’ diye emretmiş.”
Saraya vardıklarında yaver, Müzeyyen ve Ali Senar çiftini alarak büyük salona götürdü. Atatürk ve konukları uzun bir masanın etrafında oturmuş yemek yiyor, sohbet ediyordu. Müzeyyen başını uzatıp salona baktığında Atatürk’ün eli çenesinde anlatılanları dinlediğini, tebessüm ettiğini gördü.
Atatürk’ün sofrada konuşulanlara odaklanan dikkati Müzeyyan Senar’ın usul adımlarla salona girmesiyle son buldu. Masaya yaklaştıkça Atatürk dikkatini üzerine doğru gelen kuğu zarafetindeki genç kıza yöneltti. Genç kız tam karşısında durduğu vakit yaver, “Müzeyyen Senar Hanım huzurlarınızda,” dedi. “Beyefendi de kocası,” diye ekledi.
- Öyle mi? Pek güzel. Gel bakalım hanım kızım. Otur şöyle yanıma...
Sağ tarafına bir sandalye çekti. Müzeyyen Hanım çekine çekine sandalyenin ucuna ilişti. Heyecanını anlamış olacak ki, “Otur bakalım. Çekinme. Eğer böyle yaparsan o güzel sesini nasıl dinleriz,” diye ekledi.
Bir an Müzeyyen Hanım'ın yüzüne dikkatlice bakarak, “Aaa! Bu saçlarının hali ne?” deyip yavere işaret etti., yanına geldiğinde kulağına bir şeyler fısıldadı.
Yaver, “Lütfen beni takip ediniz Müzeyyen Hanım,” dedi.
Salondan çıkılıp siyah mermerlerle kaplı büyük bir banyoya gelindi. Müzeyyen Hanım birden korkuya kapıldı. Yaver, “Merak etmeyin efendim, berberimiz Mehmet sadece sizin saçınızı, yardımcısı Rıdvan da eşinizin bıyığını kesecek,” dedi.
Atatürk kadehini tokuşturduğu arkadaşı Nuri Conker’in kulağına eğilerek, “Saçlarını ensesinde toplaması iyi olmamıştı. Modern bir görünümde değildi Nuri,” dedi.
Ali Bey bıyıklarını kaybederken, Berber Mehmet Müzeyyen Hanım'ın saçlarını alagarson keserek görünümünü değiştirdi.
Genç karı koca yine huzurdaydı...
Atatürk’ün sesi duyuldu:
- İşte şimdi mükemmel oldu. Ver bakalım şu koltuğunun altındaki defteri. Herhalde şarkı defteridir değil mi?” diye sordu.
Müzeyyen Hanım defteri uzatırken heyecanının uzaklaştığını ve kendine güveninin geldiğini hissetti.
Atatürk masanın üzerine koyduğu repertuvarın yazılı olduğu defterin sayfalarını tek tek açıp inceledi. Rakısını yudumlarken, tabaktaki leblebileri de meze yapıyordu. Öyle bir keyifli içmesi vardı ki, Müzeyyen Hanım imrendiğini fark etti. Tam o sırada Atatürk, “Kızım sen bunların hepsini biliyor musun? Şimdi senden bir şarkı istesem söyleyebilecek misin?” diye sordu.
Boynunu büktü, “Emredersiniz efendim,” dedi.
Açtığı sayfalardan birini uzattı:
“Haydi bakayım, şunu bir oku da dinleyelim.”
Saz heyeti kapıya yakın bir yerde hazır bekliyordu. Ekip sağlamdı. Necati Tokyay, Şükrü Tunar, Nubar Tekyay, Selahattin Pınar, Kemal Niyazi Seyhun, Yorgo ve Aleko Bacanos, Müzeyyen Hanım’dan talimat bekliyordu.
Atatürk Tatyos Efendi’nin hicazkâr şarkısını seçmişti:
“Mâni oluyor halimi tâkrire hicâbım / Üzme yetişir üzme fi râkınla harabım…”
Saz heyetine makam ulaşınca kısa bir giriş taksiminden sonra Müzeyyen Hanım eseri icra etmeye başladı. Zaten Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde öğrendiği ilk şarkılardan biriydi. Birden kendini çok mutlu hissetti. Artık gözünün önünde sadece Atatürk, kendisi ve söylediği şarkının notaları vardı.
“Üzme yetişir üzme firâkınla harabım”ı söylerken Atatürk yüksek sesle eşlik etmeye başladı.
Hicazkâr başlayan müzik ziyafeti Lavtaci Ovrik’in “Mestim bu gece sen de bana mest olarak gel” şarkısıyla sürdü.
Üçüncü şarkıya gelindiğinde Atatürk elini havaya kaldırınca herkes sustu, salonda çıt çıkmadı. Herkesin duyabileceği bir sesle, “Bu ne güzel ses. Hadi bakalım durma, devam bakalım,” dedi.
Müzeyyen Senar ve saz heyetinin coşkusu arttı. Emre uydular, devam ettiler. Sofra büyük keyif içindeydi. Herkes coşmuştu.
Vakit geçti. Atatürk, “Hadi bakalım, şimdi Rumeli türküsü,” dedi.
Müzeyyen Senar coştu, coşturdu, birbiri ardına şarkıları patlattı o güzelim sesiyle...
… Estergon kal’ası bre dilber aman subaşı durak…
… Alişimin kaşları kara…
… Gide gide yârelerim delindi…
… Köşküm var deryaya karşı…
Beyaz leblebisi, rakısı ve keyifle tüttürdüğü ucu yaldızlı sigarasıyla Müzeyyen Hanım'a eşlik ediyordu.
Sabahın ilk ışıkları sarayın pencerelerinden içeri süzülürken, sofradan kalktı. Gece öylece sona ermişti. Müzeyyen Hanım için endişeyle başlayan gece büyük bir keyifle sona ermişti. Ancak gece Ali için tam eziyet olmuştu. Eve dönerken somurtup durdu ve tek bir kelime etmedi...
Müzeyyen Hanım, Atatürk’le tanışmanın onu fazla etkilememiş olmasına şaşırmıştı, hatta yaverin ayrılırken uzattığı zarftan çıkan 700 lira bile eşi Ali Bey'i mutlu etmemişti.
Eve dönüldüğünde çıngar koptu. Ali Bey, Müzeyyen Hanım'ın üzerine yürüdü; dövmeye yeltendi. Araya annesi girince Ali Bey itiverdi. Müzeyyen Hanım bu kez eline geçen her şeyi kocasının üzerine atmaya başladı. Eline geçirdiği ağır vazo ise genç kocasının kaçarak yatak odasına saklanmasına yol açtı. Tam o sırada evin bebeği Ergun’un ağlama sesi duyuldu. Müzeyyen Hanım koşup evladını kucağına alırken, yeni evliliklerine son noktayı koymayı aklının bir köşesine not etti...
Kaynak:
Yaşar Gürsoy, Atatürk’ün Berberi,
Radi Dikici, Cumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar,