Atatürk fese neden karşı çıkıyordu

Uluğ İğdemir, Çanakkale Lapseki’liydi.
Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra Biga'da ilkokul öğretmenliğine başladı.
Kurtuluş Savaşının başlaması üzerine en son atandığı Adana'da önce Yeni Adana Gazetesinde çalıştı, daha sonra Ferit Celal Güven ile birlikte Türk Sözü Gazetesini kurdu. Bu gazetedeki görevi nedeniyle o günlerde Adana'ya gelen Atatürk'ü yakından tanıma fırsatı bulmuştu...

1926'da Ankara'ya gelerek Türk Ocakları Merkez heyeti Başkatibi olarak çalışmaya başladı ve bu hizmetinin yanı sıra Türk Yurdu Dergisini de yönetmeye başladı. Bu sırada Atatürk'ün emriyle kurulan Türk Tarih Kurumu Sekreterliğine getirildi. (Ankara'da bulunduğu sırada Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yakın Çağ Tarihini bitiren İğdemir, 1982 yılında emekli olana kadar Türk Tarih Kurumu Genel Müdürlüğü ve Genel Sekreterliği yaptı.)

Uluğ Bey bir akşam Atatürk’ün sofrasındaydı. Bir ara Atatürk

Ben niçin fese düşman oldum, bakınız size anlatayım, dedi ve iki anısını anlattı:

“İkinci Abdülhamit’in tahttan indirilmesi, eski deyimle hal’i üzerine Trablusgarp’ta bir ayaklanma olmuştu. Bu ayaklanmanın başında Trablusgarp mebusu Yusuf Şetvan bulunuyordu. İttihat ve Terakki Partisi bu önemli olayı duyunca beni bu ayaklanmayı yerinde incelemek ve bastırmakla görevlendirdi. Gizlice Trablusgarp’a gidecektim. İttihat ve Terakki Partisi’nin Selanik’teki merkezine çağırdılar ve konuyu anlatarak bu görevi kabul etmemi istediler. Kabul ettim. Partinin merkez kurulundan Hacı Âdil Bey kasadan yüz altın çıkarıp yolluk olarak verdi.

Ömrümde bu kadar parayı bir arada görmediğim için, ‘Bu ne kadar çok para. Ben bu kadar parayı ne yapacağım?’ dedim. Hacı Âdil Bey gülerek, "Herhalde lazım olacaktır. Üzerinizde bulunsun," dedi ve parayı almamda direndi, ben de almak zorunda kaldım,”

Hazırlığını yaptı ve vapurla önce Pire’ye, oradan da Brindizi Limanı’na doğru yola çıktı. Daha önce Pire’den Türkiye’nin Brindizi Konsolosu’na bir telgraf çekerek oraya geleceği günü haber vermişti. Vapur Brindizi’ye vardığı zaman kendisini Konsolos karşıladı. Açık bir faytona bindiler ve Konsolosluğa doğru yola koyuldular.

Atatürk’ün başında fes vardı. Yolculuk sırasında birkaç çocuk arabanın peşine takıldı, İtalyanca bir şeyler söylüyorlar, bağırıyorlardı. Konsolos arabacıya arabayı çabuk sürmesini emretti. Atatürk, Konsolosun bu telaşını yersiz buldu:

- Niçin arabayı çabuk sürdürüyorsunuz? Bakınız çocuklar bize gösteri yapıyorlar, benim genç Türklerden biri olduğumu anladılar, dedi.

Konsolos, İtalyanca bildiği için çocukların ne söylediklerini anlamıştı:

“Hayır,” dedi. “Gösteri yapmıyorlar. Bizimle alay ediyorlar. Başınızdaki fesi görünce kendilerinden olmadığınızı anladılar.”

Atatürk, o açıklama üzerine mahcubiyetini gizleyemedi...

İkinci anısına geçti:

“1910’da Fransa’da büyük bir manevra yapılacaktı. Bu manevra Picardie manevraları adıyla anılır. Bu manevralara Hükümet benimle Binbaşı Salahattin Bey’i göndermeye karar vermişti. Paris Ataşemiliterimiz Fethi (Okyar) Bey heyete başkanlık edecekti. Salahattin Bey’le Selanik’ten trenle Paris’e doğru yola çıktık. Sırp hududunu geçtikten sonra ben valizimi indirdim. Başımdaki fesi valize koyarak İstanbul’da Tiring Mağazası’ndan aldığımız kasketi başıma geçirdim. Salahattin Bey çok mutaassıp bir arkadaştı. ‘Ne yapıyorsun?’ dedi. ‘Biz sayei şâhânede (padişahın himayesinde) birinci mevki ile seyahat ediyor ve devleti temsil ediyoruz. Osmanlılığımız, Müslümanlığımız belli olmalıdır."

Yanıt verdim:

‘Canım Salahattin Bey, artık hududu geçtik. Sivil kıyafetle yolculuk ediyoruz. Herkesin bizi tanımasında ne fayda var?’ dedim.
Salahattin Bey suratını astı. Uzun zaman benimle konuşmadı.

Trenimiz bir Sırp istasyonunda durmuştu. Salahattin Bey pencereyi açtı. Elindeki tepside sandviç satan bir Sırp çocuğunu çağırdı. Sandviç alacaktı. Fakat sandviçlerin içinde domuz eti olmaması lazımdı. Onun için sandviçleri birer birer alıyor, kokluyor ve tekrar tepsiye koyuyordu. Bu seçme uzun sürdü. Tepsiyi eliyle başının üstünde tutan çocuk yorulmuştu. Tepsiyi indirdi ve karşısındaki fesli Salahattin Bey’e, ‘Tuh Türk!’ dedi, uzaklaştı.

Salahattin Bey onurlu bir adamdı. Derhal başını içeri çekti. Pencereyi kapattı. Trenimiz tekrar yola düzüldüğü zaman Salahattin Bey’in ağır ağır yerinden kalktığını, valizini indirerek kasketini çıkardığını ve fesi valize koyarak kasketi giydiğini gördüm. ‘Ne o Salahattin Bey?’ dedim. ‘Şimdi zamanı geldi,’ cevabını verdi.”

Atatürk derin bir nefes çekti. Sigarasını derince çekti ve sözlerini sürdürdü.

- İşte bende fes düşmanlığı bu iki olaydan doğmuştur. Avrupa’da fesle dolaşan Türkleri herkes garip bir yaratık gibi seyrederdi. Nitekim bugün sokaklarda başında fes, ayağında şalvarla dolaşan birisini görsek biz de aynı duygu ile bu adamı seyrederiz, belki de bizde de İtalya’da yapıldığı gibi, çocuklar peşlerine takılırlar.

Uluğ İldemir Bey yıllar sonra yazacağı anılarda o günlere ilişkin şu duygularını dile getirdi:

“ Atatürk böylece kıyafet inkılabının nedenini anlatmış oluyordu. Bu inkılap bizi, dünyanın gözü önünde gülünç olmaktan, Avrupa memleketlerinde soytarılar gibi dolaşmaktan, onlardan ayrı insanlarmışız etkisi uyandırmaktan kurtardı.

Kaynak:
Uluğ İğdemir, Yılların İçinden, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1976, s. 120–122

Yazarın Diğer Yazıları