Atatürk Edirne'yi geri alırken yenilgiye uğrattığı generalin kızına nasıl aşık oldu?
Bulgarlar 26 Ocak 1913 günü Trakya''da Türk askerini hezimete uğratmış, 6 bine yakın Mehmetçik oracıkta şehit düşmüştü.
Atatürk o yenilgi ardından arkadaşı Fethi (Okyar) Bey’in yerine atanmış, Bolayır’daki kuvvetleriyle hem o bölgeyi kuşatmış ardından da Edirne’yi işgalden kurtarmıştı. O savaşta Binbaşı rütbesiyle Harekât Şube Müdürüydü ve Çatalca Ordusuyla birlikte Meriç’in batısına geçerek, Osmanlı’nın Edirne’den önce Balkanlardaki geçici başkenti olan Dimetoka’yı kurtardı...
Bulgar ordusunun başında, Savaş Bakanı General Sitilian Kovaceva vardı. O generalle çok değil, birkaç ay sonra tekrar karşılaşacak ancak bu seferki savaşın nedeni, ‘Aşkı’ olacaktı…
27 Ekim 1913
1. Dünya Savaşı yaklaşıyordu.
Bulgar Çarı Ferdinand savaşın acı yenilgisini unutturmak için zaman zaman balolar tertip ediyor, ülkede bulunan ülkelerin subay ve diplomatlarıyla ilişkilerini sıcak tutuyordu. Onların arasında Türkler de vardı.
Atatürk ve Sofya Büyükelçisi olarak atanan Fethi Okyar’ın orada bulunuşlarının nedeni, İstanbul’daki hükümetin kendilerinden çekinmesiydi. Zira hükümet karışıktı…
İlk günler Splendid Palace Oteli’nde konakladı. Fakat genelkurmay İstanbul’dan kendisine az para gönderdiğinden çareyi bir pansiyona yerleşmekte buldu.
Pansiyonun sahibi Hilda Christianus adındaki bir Alman kadındı. Evliydi, pansiyonda 6 yaşındaki kızı ve kocası Güstav ile birlikte yaşıyordu. (Atatürk’e âşık olduğunu vefatından önce itiraf edecekti)
İki arkadaş, Sofya’nın gece hayatına çabuk ısındı. Parisli Madam Dourzi’ye uğrayıp, danslı müzikli, yemekli partilere katılıyorlardı. Madam’ın işlettiği mekân birçok ülkeden gelen diplomatlar ve subayları konuk ediyordu.
Bulgar sosyetesi kadınlarının gözü iki Türk subayındaydı.
İki arkadaş Sofya’nın en üst düzey ailelerinin kızlarıyla tanışma fırsatı buluyordu. Atatürk bu nedenle pansiyonda kalmaktan vazgeçti. Milletvekili arkadaşı Şakir Zümre ile birlikte Türk Büyükelçiliğinin hemen yakınında, bir daire kiraladı.
Eşyaları en uygun olanlarından seçerek daireyi güzelleştirdiler. Ve çok geçmeden de Adalet Bakanını evlerine davet ettiler.
Davet gerçekleşti. Atatürk, yemekte bir ara bakana Balkan Savaşı’nda yenilgiye uğrattığı Savaş Bakanı Sitilian Kovaceva ile tanışmak istediğini söyledi. Olumlu yanıt alınca, memnun oldu. Aslında niyeti bakanın kızı Dimitrina ile tanışabilmekti…
Buluşma gerçekleşti. Atatürk, beğendiği kadının ailesiyle kısa sürede kaynaştı. General baba ve eşi Anna Kovaceva, kızlarına ‘Miti’ diye hitap ediyordu. Davet sırasında Generalin eşinin Makedonyalı oluşu sohbetlerine daha da anlam kazandırdı. General kısa bir zaman önce sonuçlanan Balkan Savaşı hatıralarını anlatırken, karşısında yönettiği orduyu yenilgiye uğratan bir Türk Subayı vardı ve biricik kızı Miti’yi süzüyordu…
Atatürk, zeki ve çekici bir subaydı.
Boş zamanlarında Fransızcasını geliştiriyor, tango ve vals dersleri alıyordu…
Miti’den çok hoşlanmıştı. Ancak kalbi, İstanbul Harbiye’deki 211 numaralı evde yaşayan Madam Corinne için atıyordu. Güzel dostlukları vardı ama kader onları uzaklaştırmış, onlar da çareyi mektuplaşarak aşma çabası içindeydi…
Atatürk ile 21 yaşındaki Miti’nin arkadaşlıkları kısa sürede gelişti…
Miti, İsviçre’nin Neuchatel kasabasında Beşeri Bilimler okumuştu. Ülkesindeki erkeklerin çoğunun gözdesiydi. Şairlere ilham olacak derecede güzeldi. Güzel bir yüzü, sarı kıvırcık saçları vardı. Yüzünün ifadesi, kimi zaman bir çocuk kadar saf, kimi zamanda bir kızın yaramazlığı kadar ilgi çekiciydi. Kıyafetlerini Viyana’da getirtir, güzel piyano çalar ve dans ederdi…
İki âşık, Boyana’daki parklarda gezintiler yaptı, paten kaydı.
Gittikleri eğlence mekânlarında göz doldururlarken, en büyük tutkuları dans etmekti…
1914 yılının Mayıs ayı…
Arkadaşı İsmail Hakkı (Kavala) Bey’e İstanbul’a gidişinde bir yeniçeri kıyafeti getirmesini istemişti. Arkadaşı o elbiseyi Kazım Özalp aracılığıyla, özel izinle; iade edilmek üzere müzeden getirmişti.
11 Mayıs 1914 / Sofya
Bulgar Dışişleri Bakanlığı Kraliyet Sarayı’nın yanındaki Grasko Gradina isimli, şehir parkının karşısındaki Voyenne Klüp’te maskeli balo düzenlemişti. O baloda Atatürk, Bulgar General Stilian Kovaceva’nın kızı Dimitrina Kovaceva’ya, yani Miti’ye kavalyelik edecekti…
Kuşandığı yeniçeri kıyafetini tercih edişinin nedeni, bir zamanların güçlü imparatorluğunun imajını fark ettirmekti. Öyle de oldu; tüm gözler kuğu zarafetinde dans eden iki aşığın tutkulu dansına ve yeniçeri kıyafetine odaklandı. Yanak yanağa dans eden çift kendilerini izleyenlerce hayranlıkla takip edilirken, general baba durumdan pek hoşnut değildi…
O yıllarda Sofya’ya yerleşmiş çok güzel ve zengin biri olan Tarife Hanım, sosyetenin en gözde mekânını işletiyordu. Önde gelen ailelerin güzel kızları ve yakışıklı erkekleri onun mekânında buluşuyor, partilerle kaynaşıyorlardı. O mekânın müdavimlerinden biri de Atatürk''tü. Yakışıklı Türk Binbaşısı, yine o partilerden birinde Bulgar Başbakanının kızı Nicolina Radaslavof ve milletvekili Dino Atçof’un kızı Elena Akçof ile de tanışıp arkadaşlık kurmuştu.
31 Ekim 1914
Hayatına modern görüşlü bir kadının girmesini arzulayan Atatürk, evlilik konusunda karışık düşüncelere sahipti. Zira yapacağı, başarmayı düşündüğü çok daha önemli işler olduğunu planlıyordu…
Fuat (Bulca) Bey çocukluktan mahalle arkadaşı bir subaydı ve yeni evlenmişti. Arkadaşının evliliği nedeniyle bir mektup yazarak tebrik etti:
“Hayat kısadır. Bunu kutlamak ve taçlandırmak için insanların genellikle makul gördükleri vasıta evliliktir. İnkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat, kadınsız olamaz…”
Aynı gün ileride yaveri olacak olan mahalle arkadaşı Salih (Bozok) Bey’e de, Fuat Beyin evliliği üzerine bir mektup yazdı:
“ Hayatın çeşitli yönlerinden birkaçını görenler evlendikten sonra keşfedilmemiş yönlerini de ister istemez gözlemlerler. Bu gözlem pek tatlı olabileceği gibi, pek acı da olabilir. Biz Fuat için lâtif ve saadetli manzaralarla evlilik hayatının taçlanmasına dua edelim”
Atatürk, Miti’ye âşıktı. Kendine eş olarak modern bir kadın bulduğunu düşünüyor, o nedenle ailesinden istemekte kararlıydı. Durum Tarife Hanım aracılığıyla bazı generallerin kulağına çıtlatılacak, o generaller vasıtasıyla da Miti’nin babasına ulaşılacaktı.
Fakat o generaller Tarife Hanım’a söz birliği etmişçesine olumsuz yönde görüş belirtince, Atatürk medeni cesaretini gösterdi ve Miti’yi babasından istemek için, makamına çıktı.
General, damat adayına böyle bir evliliğin kesinlikle mümkün olamayacağını söyledi. Kendisine çok değer verdiğini, ancak dini farklılıkların aşklarına engel olacağını açıkladı. Hatta general daha da ileri giderek çok az bir zaman önce Türklere karşı şiddetli şekilde savaşan ve hala savaşan asker ve subaylarının bu akrabalığı kişisel bir hakaret olarak kabul edeceklerini anlattı…
Atatürk kendisi bunu anlayacak kadar zekiydi ama ısrarını sürdürdü. Generalin savunmasını kırmak için, “Evliliğimize karşı olan argümanların Dimitrina’nın duygularından daha güçlü olduğunu mu düşünüyorsunuz?” diye sordu.
General kararlıydı:
“Üzgünüm ama önceden mahkûm olan şeyler var…”
Ve general karısını da tembihleyerek kızlarının bir daha Atatürk ile görüşmesine yasak getirdi:
“Miti’ye söyle, Kemal’i bir daha görmemesi gerekiyor. Evlilik olmayacak”
Yaşananlar Çar Ferdinand’nda kulağına gitmişti. Miti’nin Atatürk gibi bir Türk askeriyle birliktelik yaşamasından fazlasıyla rahatsızlık duydu; rahatsızlığını Kovaçev Ailesi’ne açıkça dile getirdi. Çar’a göre, Atatürk’ün Miti hamlesi, kabul edilemez bir askeri meydan okuma anlamına da geliyordu…
General baba, yaşananlardan etkilenmişti. Kızına son bir kez Atatürk ile görüşmesi için izin verdi…
İki âşık buluştu. Görüşüp sohbet ettiler. Acıları büyüktü…
Veda vakti geldi. Atatürk, Miti’nin elini öptü, “Hoşça kal Miti! Sen ve sadece sen hayatımın kadını olarak kalacaksın. Tekrar görüşeceğimize inanıyorum.” diyerek, söz verdi.
Atatürk, Latife Hanım ile 29 Ocak 1923’te evlendi.
Çalkantılı bir evlilikleri vardı. Aralarının iyi olduğu söylenemezdi.
Gönlü hala Sofya’daki aşkı Miti’deydi…
1925 Mayıs ayı…
On bir yıldır görmediği tutkusu Miti’yi Ankara’ya davet etti. O davet kabul gördü ve Miti Türkiye’nin yolunu tuttu. Ankara’ya vardığında yıllar önce vedalaşırken askeri ateşe olan Mustafa Kemal, artık bir Cumhurbaşkanıydı…
O ziyaret, gayet gizlilik içerisinde yaşandı ve eşinden 15 günlüğüne izin alarak seyahate çıkan Miti, bir aydan fazla Ankara’da kalacaktı...
Atatürk gibi, Miti de evliydi. O ziyareti eşi Bulgar avukat Deyan Deyanov’ı kızdırdı. Karı koca aralarında telgrafla yazışarak birbirlerine öfke kustu. Zira Haziran ayı olmuştu ve Bulgar bir elçilik katibi Miti ile Atatürk’ün aşk yaşadığını babası General Kovaceva’ya sonra da kocası Deyan Deyanov’a ulaştırmıştı.
Atatürk ve Miti’nin tedirginlikleri hat safhaya ulaşınca huzursuzlar arttı. Tam da o sırada Miti eşinden bir telgraf aldı:
“Filibe’deki evine değil, Sofya’daki babanın evine dön!”
Miti, ülkesine dönerken Atatürk ile son kez vedalaşıyordu. Veda hediyesi, Atatürk’ün en sevdiği; başucu kitabı olan Reşat Nuri Güntekin’in ‘Çalıkuşu Romanı’ydı…
Atatürk ve Latife Hanım 5 Ağustos 1925 günü, yani Miti’nin Ankara’dan ayrılışından çok kısa bir süre sonra boşandı…
Miti, baba evine döndükten sonra eşinden boşandı, üç yıl sonra ise Bulgar Milletvekili Simeon İvanov ile birliktelik kurdu. Önceki eşinden ikisi kız bir erkek evladı vardı.
22 Temmuz 1930, saat 21.00
Gazeteci Hakkı Tarık Us Çankaya Köşkü’nün sofrasındaydı. Bir gün önce Atatürk’e Sofya Gazeteciler Cemiyeti’nin Türk gazetecilerini davet ettiğini söyledi ve fikrini sordu. Atatürk , “Efendiler, ben Balkan Muharebesi’nden sonra Sofya’ya ateşemiliter olarak gitmiştim. Orada en aşağı bir yıl kaldım. Bulgarlarla çok ve ailevi denilecek kadar yakından temasta bulundum. Bu temaslar bende dikkate layık intibalar uyandırdı.” diye söze başlayarak Bulgarlarla olan yakın ilişkilerden dem vurdu:
“(…) Türklerle Bulgarların bir asıldan gelmiş olmasının tesiri vardır. Türk–Bulgar aynı köken olan Orta Asya yaylasından gelmiş, aynı kanı muhafaza etmiştir. Daha o zamanlar bu noktayı en özlü Bulgarlara söylemişimdir. Bunlardan tarih cereyanlarını, antropoloji safhalarını takip etmiş, anlamış olanlar beni teyit etmişlerdir. Bulgaristan’da yaşadıkça onlara muhabbetim arttı. Çok tabidir ki benim Bulgarlara gösterdiğim bu muhabbet ve bağlılık da onlar tarafından aynı muhabbet ve aynı hisle karşılandı.
O günden bugüne kadar bu ciddi, samimi, kardeş yakınlığının sebep ve manası da büyük bir aydınlık ve açıklık almıştır. Şüphesiz Türklerde, belki Bulgarlarda dil ve tarih ihtilaflarını yapan etkenler olmuştur. Fakat artık bugün, 1930 senesinde, hâlâ bu etkenler; masallardan, hurafelerden, adi politika cereyanlarından ibaret bu etkenlere ne Türklerin, ne de Türklerle aynı kandan olan Bulgarların ehemmiyet vereceğini zannetmiyorum.”
Hakkı Tarık Us, kafasına takılan bir soruyu sordu:
- Çok güzel buyuruyorsunuz Paşam, lakin Bulgarların bu düşüncelere iştirak edeceğini zan ve farz eder misiniz?
Atatürk, “Zan” ve “farz” kelimelerini tekrar ederek sözlerini söyledi:
- Zanlar ve faraziyeler üzerinde konuşmuyoruz. Konuştuğumuz hakikatlerdir. Bulgaristan’a gidecek kafilenin başında senin bulunmanı isterim.
Sofradaki sohbet epeyce sürdükten sonra sona erdi, konuklar evlerine dağılırken Atatürk Hakkı Tarık Bey’e seslendi:
- Size son sözüm: Bulgaristan’a gidiniz, onları seveceksiniz. Samimi görüşünüz ve hatırlatınız ki ben 1914’te Sofya’da bulunmuş, kankardeş Bulgarlarla yüksek dostluk yapmış adamım.
MİTİ KİMDİ?
Takvim yaprakları 9 Ağustos 1966 gününü, saatler 13.30’u gösterirken Miti, 74 yaşında genç yaşından beri süre gelen ülserin kansere dönüşmesi sonucu yaşama veda etti.
Öldüğünde serveti yoktu. Mustafa Kemal’ini ise yıllar önce 10 Kasım 1938 sabahı saat 9’u 5 geçe çoktan kaybetmişti…
Sofya’da Layaşkoşut Sokağındaki 21 numaralı evin,126 basamakla çıkılan çatı katındaki daracık odasında dünyadan göç ederken ardından ağlayanlar arasında sadece kardeşleri ve çocukları vardı.
Sofya Türk Büyükelçiliği’nde memur olarak çalışan oğlu Anton Deyanov da o gün annesinin ölümü nedeniyle işe gelemeyeceğini bildirdiği halde kendisine sadece baş sağlığı dilenmiş, üzerinde pek durulmamıştı. Zira ölenin Atatürk’ün Miti’si olduğu bilinmiyordu…
Miti ölmeden iki gün önce Atatürk’ü rüyasında gördüğünü kardeşi Fani’ye anlatmış “Kemal’i bu gece rüyamda gördüm. Bana bir şeyler verdi fakat ama ne olduğunu anlayamadım” demişti. Madam Fani, olayı anlatırken gözyaşlarını tutamamış yıllar sonra yeğeninin vereceği bir röportajda “Bizim inancımıza göre bir insan ölümünden evvel ancak hayatta en çok sevdiği kişiyi rüyasında görür” diyecekti…
Miti öleceğini hissetmişti. O nedenle evlatlarını da yanına çağırmıştı.
Gözlerini son kez kapadığında yüzündeki uzun yıllardı görünmeyen mutluluk ifadesine, yakınları o anlarında tanıklık etti.
Çocukları duvarlara yapıştırılan ve annelerinin ölümünü bildiren Nekrolog’a (ölmüş birinin anısına yazılan yazı) adını “Dimitrina Kovaçeva Deyanova” diye yazdı. Onu kimse o adıyla bilmez, kimse onu ‘Dimitrina’ diye çağırmazdı. O, sevdiği insan için de; yakınları için de sadece ‘Miti’ idi. Kendisine o ad, bukle bukle sarı saçlı küçücük bir çocukken ailesince takılmıştı…
Miti bir generalin kızı olarak dünyaya gözlerini açmış, zenginlikler içinde büyümüştü. Öldüğü zaman ise hiçbir şeyi yoktu. Aradan geçen süre içinde her şeyini kaybetmişti…
Annesi Anna Kovaçeva, Makedonyalı güzel bir kadındı. Kız kardeşleri Fani, Olga ve erkek kardeşi Todor ile büyük mutluluklar yaşamıştı. Todor, ailenin en sevilen çocuğuydu ama ailesini ölerek en erkek terk eden olmuştu.
Miti’nin istemeyerek evlendiği eşinden birisi kız, ikisi erkek, üç çocuğu olmuştu. İlk kız çocuğu yaşayamamıştı. Kızı Ançe yanından hiç ayrılmadı. Oğlunun biri hayatını Berlin’de kazanıyordu. Diğer oğlu ise Sofya’daki Türk Büyükelçiliği’nde memurdu.
Miti’nin yaşamındaki son mutluluğu, ölümünden birkaç gün önce bir arkadaşı tarafından kendisine gönderilen bir demet karanfil olmuştu. Konserler verdiği günler aklına gelmiş hediye sevinci, hüngür hüngür ağlamasına neden olmuştu.
General ailesiyle fotoğraf çektirirken; Miti (sağ üstte)
Müziği ve kitapları çok severdi. Son zamanlarında o iki tutkusunu da yitirmiş son olarak mimar kardeşi Todor ve eşi İren ile kitaplar üzerine konuşmuş İngiliz düşünürü James Aldridge’nin bir eserini salık vermişti. O gün uzun süredir üzerindeki yılgınlığı aşmış; silkinip canlanmış edebiyattan kitaplardan konuşmuştu. Sonra birden bire gelen bir sancı ile kıvranıp kalıvermişti.
Acı çekiyor ama acısını bastırıyordu. Güçlü bir karakteri vardı. İsyan etmesini bilmez, direnmeyi severdi.
Hayatı boyunca Atatürk’ü izledi. Ona ve Türkiye’ye dair her şeyi an be an takip etti. Biliyordu ki Türkiye demek O demekti.
Atatürk’ten hayatında sadece bir kez bir şey istemeyi düşünmüştü. Mimar erkek kardeşi Türkiye’ye yerleşmeyi istiyordu. Ablasına açılmıştı. Uzun uzun düşünmüş sonra “Peki git” demişti. “Ben O’na mektup yazarım.” O dediği Mustafa Kemal’iydi. Biliyordu ki O onu asla kırmazdı. Ama olmadı o mektubu da yazamadı.
Her şeyinde o vardı. Kitaplarının içine Atatürk’ün resimlerini saklardı. Gazetelerden ona ait yazıları kesiyordu. Yıllarca sonra torunu kitaplarını karıştırırken birisinin içinde Atatürk’ün bir resmini bulmuş, göstermişti. Resmi titreyen elleri ile aldığında solgun yanaklarından bir damla yaş süzülmüştü…
Atatürk’ün aşkı Miti 28 Ekim 1892 yılında doğmuştu…
Not: Yazıyı, 19 Ekim 2013 günü aramızdan ayrılan, 1988 yılında Hürriyet Gazetesi’nde çalışma onuruna eriştiğim ustam Hasan Yılmaer’e ithaf ederim.
Yaşar Gürsoy
Kaynak:
Liliana Serafimova, Mustafa Kemal ve Miti Kovaçeva,
Süleyman Yeşilyurt, Ata’nın hayatındaki on dokuz kadın
Hasan Yılmaer, Milliyet Gazetesi, 10 Kasım 1966
Hakkı Tarık Us, Vakit gazetesi, 23 Temmuz 1930
Svetoslav Pintev, https://www.mila.bg/article/7529148