Atatürk: Çucuk, bir gün gelir, millet benden de hesap sorar...
Azıkları peynir, zeytin ve kuru ekmekti.
Otomobiller hurda haldeydi. Kafile, üç otomobil ve üç atlı arabadan oluşuyordu.
Subaşı köyünde denk geldikleri köylüler de birkaç baş kuru soğan ikram etmişlerdi.
30 Ağustos’ta, akşam karanlığında Erzincan’dan geçerken, yollara dökülenlerin “Canımızı vermeye hazırız!” haykırışları cesaret ve umutları artmıştı...
Refahiye-Suşehri üzerinden 2 Eylül 1919 sabahı Sivas’a 5 km mesafede çadırlar kurulmuş, neredeyse tüm Sivas halkı Kılavuzan Tepesi’nde kendilerini karşılamaya gelmişti. Otomobilden indi, halkı selamladı, karşılığı kucak dolusu sevgi, saygı oldu...
Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerini kabul etti. Heyette Müftü Abdurrauf (Öztop), Rasim (Başara), Bacanakzade Hamdi, Darendeli Osman, Hayri (Sığırcı) ve Şekercizade İsmail vardı.
Vakit daralıyordu. Tehdit büyüktü. Bir an önce eylemlere geçilmeliydi. Talimatını verdi:
“Özellikle okumuş ve gençleri amacımız etrafında toplayınız. Fiili direnişe hazırlanın.”
Delegeler de halkı bilgilendirdi.
Fransız Binbaşı Bruno Sivas’taydı. Birkaç gün önce Vali Reşit Paşa’ya, “Kongre görüşmeleri hakkında bana doğru bilgiler verilirse işgal yapılmayacak” demişti.
Reşit Paşa, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının tutuklanacağı kaygısına kapılmıştı...
Kongre binası özenle hazırlanmıştı. Bina, üç yıldır Sivas müftüsü olan Abdurrauf Efendi, Şekercizade İsmail ve Sığırcızade Hayri’nin evlerinden getirdikleri eşyalarla donatılmıştı. Sivaslı genç bir kızın çeyizinden ayırıp getirdiği ve Paşa’nın yatağına serdiği örtü herkesi duygulandırmıştı.
Yemekler belediye tarafından karşılanıyordu. Güvenlik için bahçeye bir sahra topu yerleştirilmişti.
Kongrenin düzenleneceği lise binasına geldiklerinde kafileyi Vali Reşit Paşa karşıladı. Akşam yemeğine geçildi. Valinin kulağına eğilip sordu:
“Binbaşı Bruno nerede?”
“Malatya’ya doğru firar ile meşguller efendim...”
Rasim (Başara) Bey Sivaslı Mütevellioğlu Ali Rıza Efendi’nin oğluydu. İstanbul Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuştu. Osmanlı Mebuslar Meclisi’nde Sivas milletvekili olarak görev yapmıştı.
O aralar Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ikinci başkanıydı. Artık o da Mustafa Kemal’in yolundaydı. Konuşmalar sürerken hayranlık ve bir o kadar da endişeli görünüyordu. Atatürk fark ettiğinde, kendisine dönerek, “Rasim Bey, gençler için vatan işlerinde ölmek söz konusu olabilir. Lakin korkmak asla!...” dedi.
Belediye başkanı Evliyazade Abdullah Bey idi. Mücadele için elinden geleni ardına koymuyordu. Ancak belediyenin parası tükenmişti. Masrafları kısmak amacıyla, yemekler Sultani Mektebi’nin alt katındaki bir odada pişmeye başladı. Mönü karatahtaya hemen her gün aynı şekilde yazılıyordu:
“Kuru fasulye, pilav, üzüm hoşafı.”
Vatan parçalanmak üzereydi, herkes elini taşın altına koymak için çabalıyordu. Dava, kurtuluş ve özgürlük davasıydı…
Rasim Bey’den para işlerinden anlayan, hizmet edecek bir yardımcı istedi.
Hacı Derviş (Devirmiş) Bey uygun görüldü. Herkesin sevdiği, saydığı, orta boyda, çocuk yüzlü, mahcup mizaçlı bir adamdı.
Çağrıldı, gece hemen geldi, kapıyı vurarak içeri girdi, kendisini Rasim Bey’in gönderdiğini söyledi, nutku tutuldu.
Uzun, uzun bakışmaların ardından, Atatürk “Benimle çalışır mısın?” diye sordu. Ancak aldığı yanıttan memnun kalmayacaktı.
“Paşam bir hafta süre istesem?”
Israrcı oldu:
“Memleketin bir hafta düşünmeye vakti yok, yarın kararını bildir!...”
Usulca kapıya yöneldi, odadan çıktı, sonra da birden geri dönüp kapıyı vurmadan içeri daldı:
“Gabul Paşam!”
Bu kez aldığı yanıttan memnun oldu. Pantolonunun cebinden örme para kesesi çıkararak masanın üzerine döktü ve “Al bunları çarşıya git, bana çok büyük bir hesap defteri satın al, gel” dedi.
Defter alınıp gelindi. Atatürk konuştu:
“Bütün masrafları kuruşu kuruşuna bu deftere yazacaksın.”
Meraklı gözlerle sordu:
“Paşam, bu hengâmede senden kim hesap sorabilir?”
Selanik şivesiyle yanıt verdi:
“Çucuk, bir gün gelir, millet benden de hesap sorar...”
Kaynak:
Yaşar Gürsoy, Anne O Bizden Biri
isteataturk.com
mustafakemalim.com