Aslında Erdoğan itiraf etmişti!
Erdoğan’ın dün, “11 yıldır hangi reformu yaptı isek karşı çıktılar. Onlar yine karşı çıkacaklar” demesi, aslında, “Paket, karşı çıkılmayacak gibi bir paket değil” itirafından başka bir şey değildi.
Yine Erdoğan’ın, “Karşı çıktılar amma hep Türkiye kazandı, yine Türkiye kazanacak” demesi ise, “Ben hem savcıyım, hem hâkim” üslubunun bir yansımasıydı. Öyle ya yaptığına “reform” diyen de kendileri, “kârlı çıktık” diyen de. İyi de, “kârlı çıktığın” nereden belli. Türkiye’nin bütün maden ve petrol yatakları yabancıların. Cumhuriyet devrinde yapılan bütün gelir getirici müesseseler bir yahut iki yıllık kârları karşılığı yabancılara satılmış, yerine yenileri konmamış. Tarım bitmiş, hayvancılık bitmiş. Karşılığında ise Türkiye’nin iç ve dış borçları tavan yapmış. Gelir dağılımındaki uçurum baş döndürücü bir hâl almış. Milletin belkemiği olan esnaf AVM’lere ezdirilmiş. Şehirler beton yığını haline gelmiş. Bunun neresi “kârlı çıkmak?”
Sonra nedir o, “Bu paketi birileri istedi diye açmıyoruz” demek? O zaman neydi sınırda teröristin ayağına savcı ve hâkimler gönderip çadır mahkemelerinde “Ben gerillayım” yani “Ben teröristim” diyen PKK militanlarına, “Yok, sen terörist değilsin, iyi çocuksun” diyen mahkeme kararları çıkartmak?
Neydi, “Terörist Öcalan’a ’Sayın’ve şehit Mehmetçiğe ’kelle’” demek? Daha sonra MİT’e emredip PKK’nın başı ile görüşmek, ondan aldığı talimatları Kandil’e iletmek, Öcalan’ın sesini Diyarbakır meydanında yüz binlere dinlettirip terörist başını Mandela’laştırmak? Ve neydi bir “Çekilme takvimi” belirlemek? Ve yine neydi Kandil’in lideri Karayılan’ın, “Biz çekilmeyi durdurduk, çünkü bize verilen sözler tutulmadı” dediğinde, alelacele Bakanlar Kurulu’nun toplayıp yeni kararlar almak?
Her şey milletin gözü önünde oluyor. Erdoğan, PKK’ya verilmiş bir sözümüz yok dese de, millet olup biteni görüyor, yahut görmeli. Bir de, “Biz bunları zaten parti programımızda belirtmiştik” demesi var ya, aslında bu da Sayın Erdoğan’ın “ikinci itirafı” oluyor. Siz, evet, parti programında bunları belirttiniz, çünkü siz bu programı ABD Elçisi Ricciardone kanalıyla ABD’ye onaylatarak seçimlere girdiniz. İşin içinde ABD’nin olması demek, “T.C. paydasında birleşelim” demenizin hiçbir anlamı olmadığı demek.
Çünkü ABD’lilerin bölge halkına “Farklılıklarınızı öne çıkartın” tavsiyesinde bulunduğu kayıtlara geçmiş ve “ABD bir Türk-Kürt savaşı istiyor” itirafı bizzat PKK’nın o günkü siyasi uzantıları tarafından yapılmıştır.
Şu hale bakınız ki, Erdoğan’ın Türkiye’sinde Erdoğan’ın açıklayacağı “Demokrasi Paketi” PKK’nın siyasi uzantısı BDP tarafından Kandil’de, Karayılan’ın misafirliğinde dinlenecek. Sayın Erdoğan övünebilir ve “Birileri bu pakete de itiraz edecek” diyerek yükselecek sesler için, “Ben demedim mi?” bahanesi üretmeye çalışabilir.
Çünkü işi gücü “ben” ...
Pakete, “başörtüsü” ve “şapka kanunu” gibi sıkıştırmalar dikkatleri dağıtmak, “Tunceli” ye “Dersim” demek ise, “Diyarbakır” a “Amed” demenin önünü açmaktan başka bir şey değildir.
Erdoğan bu işin şuurunda olan mihraklara, “acele etmeyin” derken, beri taraftaki safların gözünü de işte bu lolipoplarla boyuyor.
Dedik ya, işi gücü, “ben” . Neşet Ertaş’ı anarken de aynısını yaptı. Törende bir tek Alevi sanatçı hatta Ertaş’ın ailesi bile yoktu. Amma o, “Ertaş’ı sevdiğini” söyledi. Yanındaki sanatçıları bile nefsine âlet etti. Ertaş’ın tarihi yazılırken onun ölüm yıldönümünde Erdoğan’la birlikte türkü söyleyen sanatçılar için düşülecek dip notlar, onların sanat birikimlerine gölge düşürmeyecek mi?