Asılında kendileri ırkçı...
"Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" misali, Türkiye'de planlı yürütülen bir Türk aleyhtarlığı, karşıtlığı ve etnikçilik var. Kurucu, taşıyıcı toplum olarak Türkler, kendi ülkesinde neredeyse ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutulmaktadırlar.
Ağzımızı açtırıp maazallah Türk demeyeceğiz.
Niye?
Onlar da "Kürtçüyüz" dermiş.
Yani?
PKK var, siz Türk olmayın diyorlar…
Biz, istediğimiz kadar kurucu ögelere atıfta bulunalım. İstediğimiz kadar Türklüğü bir kültürel ve ögelerle ilişkilendirelim. Hatta Türklüğün bir üst kimlik, siyasal bir yurttaşlık bağı olduğunu söyleyelim..
Fark etmez.
İçinde Türk sözcüğü geçiyor ve adamlar, bundan hoşlanmıyor.
Niye çünkü Türk onlar için öteki.
Bunun da ötesinde bizzat kendileri siyasal varlıklarını bu kavramsallaştırma üzerinden biçimlendirmiş durumda olduklarında bir yönüyle karşıtlıktan beslenen ırkçılığa tekabül ediyorlar.
"Irkçılığa karşıyız" deyip, Türk karşıtlığını canlı tutarak ırkçılıktan geçiniyorlar.
Oy deposu olduğu içinde Türkleri öfkelendirmemek, daima oy olarak sağmak istedikleri için işin gerekçesini dine/İslam'a bağlıyorlar. Hâlbuki dinî samimiyetleri, hatta bağlılıkları yok denecek kadar az.
Neredeyse sıfır.
Bu adam ya da kadınlar için din, gündelik hayatın biçimsel töreselliğinden ibaret.
Cumaları namaza gitmek ve "cumanız mübarek olsun" mesajı atmak.
Ramazanlarda iftar sofraları düzenleyip, seçmeni tavlamak.
Dinî gün ve bayramlarda sosyal medya çalışmaları yapmak.
Başka?
Pratik yaşamda kadınların başlarının örtülü olmasını sağlamak, mümkünse camide namaz kılıyor görünmektir.
İslam'ın asıl gerçekliği, olmasını istediği hiçbir davranış pratikte yok.
Bu konuda en çarpıcı tespitlerden birini SP lideri yeni yaptı. Sözü ona bırakalım.
Karamollaoğlu: "Bakınız; Vatan millet diyerek; kul hakkına giren, akrabalarına, yandaşlarına ulufe gibi kadro dağıtan, ihalelerden pastanın en büyük dilimini almak için yarışanlarla karşı karşıyayız. Milletin partisiyiz diyerek; servetlerine servet katan, kendinden olmayan herkesi susturan, bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Geçmişte bu ülkede yaşanan hukuksuzlukların, adaletsizliklerin hesabını sormak için yola çıktılar. Ancak şimdi adaletin üzerine beton döktüler. Adaletsizliği, adalet diye pazarlayanlarla karşı karşıyayız. Her cuma hutbelerde okunan 'Allah iyiliği, adaleti ve akrabayı gözetmeyi emreder' ayetini akrabaları devlet kadrolarına yerleştirmek, bütün kurumları aile şirketine çevirmek olarak algıladılar. Geldiğimiz noktada Türkiye Cumhuriyeti'ni bir kabile devleti gibi yönetenlerle karşı karşıyayız."
İşte Türk lafına bozulanlar bunlar.
Hâlbuki devletin kurucu bağlarını güçlendirmek, tarihsel devamlılığı sağlamak, hem ahlaken ve hem de siyasal bir ödev olarak ülkeyi yöneten iktidarların görevidir.
Bizdeki iktidar ne yapıyor?
Kurucu bağları kopartmak için mücadele veriyor.
Ülkenin bekasını partinin bekası haline getirerek, bunun üzerinden yeni bir ülke inşasına yelteniyor.
Dolayısı ile Karamollaoğlu'nun şu sözleri de yerinde bir tespittir:
"Türkiye'nin bekası ile AKP'nin bekası aynı kefeye konulamaz. Ne ulemadan ne de ilim erbabından bir tane eleştiren çıkmıyor. Ne hâkimler gerekeni yapabiliyor ne de gazeteciler doğruyu söylüyor."
Bu şartlar altında Türk'e yapılan siyasi, sosyal, ideolojik ve hukuki saldırıları kim önleyecek?