Asıl deprem ne zaman?..
Yaşamın karanlık cenderesinde, insanın kendine yönelik ihanetinden büyük bir "yıkım" olamaz herhalde...
Peki; rejimin kendine ihaneti, peki ülkeye, ulusa, doğaya ve çevreye yönelik, iktidarların ihanetine ne demeli?..
İşte Türkiye; yaşadığı doğal felaketlerden ders almayan nadir ülkelerden biri olarak yalnızca topluma değil, doğaya ve yaşama da "derin darbe"ler vuracak tehlikeleri gözardı ediyor!..
Amacım karamsar bir manzara çizmek değil elbette... Asıl mesele, yaşamın içindeki çarpıklık ve çelişkilere dikkat çekmek ve uyarabilmek...
İşte o çelişkilerden bile nemalanmaya kalkan iktidarların ikiyüzlü, vurdumduymaz, pervasız ve zalimce icraatlarını yüzlerine çarpmak herhalde herkesin içinden de geçiyor olmalı?..
Ne yazık ki her tür çarpıklığın millete dayatıldığı bu ülkede, karanlığa dikkat çekmek, karamsarlık olsun diye kurgulanan bir eylem olamaz...
Çünkü doğaya, insana, ulusa ve hatta yaşama yönelik ihanet, ülkenin gelecek kaygısını arttırmanın yanı sıra, toplumu diken üstünde tutacak pervasızlıkları da büyütmeye devam ediyor...
Enkazda kaybolanlar!..
"Bu adam konuyu nereye getirecek" diye çok düşünmeyin...
Dün yıldönümü olan 17 Ağustos depreminin etkilerine odaklanalım hep birlikte... Çünkü konu hepimiz için çok yaşamsal...
20 yıl önceki Marmara depreminde 364 bin 905 konut ve işyeri yerle bir oldu...
17 bin 480 insan yaşamını yitirdi, 48 bin 901 kişi yaralandı, 505 kişi sakat kaldı, 5 bin 840 kişi kayboldu ve milli servet 12 ile 20 milyar dolar arasında zarara uğradı...
Evet; 17 Ağustos sadece insanların ve şehirlerin yıkımları olmadı... Artçı sarsıntılar toplumun psikolojisini bozdu, sağlam kentler- sağlıklı konutlarla ilgili kaygılar büyüdü ve Türkiye tıpkı sosyo-politik çıkmazlarla ilgili nasıl korkular yaşıyorsa, güvenli şehirler konusundaki kaygıları da zirve yaptı...
Kimileri; "ne olacak kardeşim, Filipinler'de, Japonya'da her gün deprem oluyor, dünya dönüyor" diyerek vizyonsuz yorumlar- eleştiriler yapmaya kalkabilir ama bu yaklaşım Türkiye gerçeklerine uymaz…
Çünkü Japonya gibi ülkeler depreme alıştı... Onlar yıllar önce yedikleri ilk darbenin ardından güvenli konutlar, sağlıklı kentler inşa ettiler...
İnternetten lütfen bulup izleyin; Japonya ile ilgili birçok videoda, kentler sallanırken insanlar sokakta hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ediyorlar...
Çünkü orada en küçük yolsuzlukta- hırsızlıkta "harakiri" yapan devlet adamları yaşıyor!!! Ve onlar ülkeleri-ulusları için sağlıklı -güvenli inşaatlar yapmak için çaba harcıyor... Peki ya Türkiye?..
Yaşama ağır ihanet!..
Evet; tüm dünyada, yeraltının sağlam olmadığı, tehlikeli fayların geçtiği ülkelerde, insanlar deprem olacak kaygısını sürekli yaşıyorlar...
Ancak devletlerin bu konudaki önlemleri tahribatları en aza indiriyor, ölümleri- yaralanmaları engelliyor ve toplumsal korkuları da gideriyor...
Depremden korkmak yerine depremle yaşamak konusu, altyapısı ve dayanağı sağlam, güvenilir konutlar ve sağlıklı yerleşim birimleri yaratmaktan geçtiği için Türkiye bu konuda ne yazık ki örgütlü-bilinçli bir ülke değil...
Peki; devletin depremin kahredici ve yıkıcı sonuçlarından ders almadığını gösteren hangi olayları saysak acaba?..
Marmara'da kibrit gibi yıkılan, iskambil kuleleri gibi dağılan binalara rağmen, tüm bölgede imar faaliyetlerindeki başı boşluğu mu?..
Yalova'da, "göçer" olduğu baştan belli olan yazlıklar kerpiç yığınları gibi yerle bir olmasına karşın, dağların- taşların halen zavallıca yapılara teslim edilmesini mi?..
İstanbul-Avcılar'da, anlı şanlı müteahhitlerin inşaatları çamur deryası gibi yere yapışmasınına rağmen, bölgede halen dayanıksız -uyduruk- güvensiz onbinlerce ucuz ve kalitesiz konut yapılmasını mı?..
Rüşvet ve yolsuzluğun girdabında mide bulandıran belediyelerin otoparksız ve bahçesiz binalara izin vermesini mi?..
Başta Çekmeköy, Bakırköy ve Ataşehir olmak üzere, rantın yüksek olduğu bölgelerde kaçak inşaatlara göz yumulması ya da para cezası(!!!) ile örtbas edilmesini mi?..
İstanbul'da; neredeyse tüm ilçelerde, daracık sokakların çevresine 40 katlı binalar yapılmasını mı, "kentsel dönüşüm" adı altında güzelim mahallelerin beton yığınına dönmesini mi, şehircilik- mimarlık adı altında, yurdun her yerinde imar katliamları yaşanmasını mı?..
Tehlike ve gaflet sürüyor!..
Evet; Marmara depreminin üzerinden 20 yıl geçti, acıları halen dinmedi...
Ancak devlet, belediyeler, mimarlar-mühendisler- müteahhitler ve en çok da yurttaşlar o kahredici- mahvedeci yıkımdan zerre kadar derse almadılar...
AKP iktidarı ders almış olsaydı; "kentsel dönüşüm" adı altında İstanbul'un otantik mahallelerinin, bahçesinde ağaçlar olan küçük apartmanların, her birinde 250 daire bulunan devasa ucubelerle kaplanmasına, daracık yolların ve gökyüzünün betonla örtülmesine izin verir miydi?..
AKP iktidarı ders almış olsaydı; 17 Ağustos depreminin ardından önlem için, başta İstanbul olmak üzere, Marmara Bölgesi'nde "toplanma alanı" olarak ayrılan arazileri imara açar mıydı, depremde kullanacak ilk yardım konteynırlarının ortadan yok olmasını seyreder miydi?..
Ve en önemlisi AKP iktidarı; depremin kahredici yıkıcılığından ve gelecekteki tehdidinden korkmuş olsaydı, "imar barışı" adı altında, Türkiye genelinde yüzbinlerce kaçak, çarpık- çurpuk, utanç verici ve iğrenç yapıları para karşılığında affeder miydi?..
Evet; dün depremin 20. yıldönümü nedeniyle herkes şatafatlı- ikiyüzlü laflar etti, ahkam kesti, önlemlerden ve gelecekten söz etti!!!
Ancak kimse kendini kandırmasın; ülkeye vergi affı- imar barışı adı altında dayatılan para toplama hırsı, imar katliamlarının ve rüşvet çarkındaki betonlaşmanın önünü açmaya devam ediyor...
Türkiye'nin neredeyse her bölgesinde yaşanan son sarsıntılar ve yerli-yabancı bilim adamlarının "beklenen İstanbul depremi" ile ilgili korkutucu açıklamaları yarınlarda büyük bir tehdidi ve tehlikeyi toplumun karşısına getirirse, işte rant uğruna yıkıma sebep olanlar kaçacak delik bulamayacaklar!..