Asıl biz buna ne diyelim?
Vah vah…
Türk Silahlı Kuvetleri'nin Afrin'e girmesine "Savaştır" diyorlarmış; "Savaş demeyin" diyormuşuz.
"İşgaldir" diyorlarmış; "İşgal demeyin" diyormuşuz.
Soruyorlar:
"İnsanlar ölüyor, uçaklar kalkıyor, tanklar hareket ediyor, en ağır silahlar kullanılıyor; buna ne diyelim?"
***
TBMM Genel Kurulu'nda cesaret edilebilen bu densizliğe cevap olsun diye değil; zira, "Öcalan" ad ve misyonunu taşıyan birini "muhatap" alıp da cevap verecek değilim; "içimizdeki barış gönüllüleri"nden de merak edenler vardır diye söylüyorum:
- Vatan savunması!
"Vatan savunması" bizim sözlüğümüzde "işgal"leştirmeye çalıştıkları fiilin adı.
***
Konuyu açıklığa kavuşturduğumuza göre, -her şerde bir hayır vardır ya- bu musibeti de faydaya dönüştürelim ve hazır yeri gelmişken şunları da bir netleştirim derim ben:
Hiçbiri ağaç kovuğundan çıkmamış, her biri bir ana-babanın evladı, kim bilir ne güçlüklerle büyütülmüş, saçının teli, tırnağının ucu sakınılarak binbir fedakarlıkla yetiştirilmiş, kimi bir evin bir oğlu-tek umudu, kimi küçücük kızlarının kahraman babası, kiminin doğmamış bebeğini kucağına alacağı günde aklı, kimi daha ana kuzusu, nihayetinde her biri kendi evinin, ocağının, ailesinin, sevdiklerinin biriciği ve ülkesinin geleceği olan gencecik askerlere pusu kuruyorsunuz… Geçecekleri yolları tuzaklıyor, karakollarını basıyorsunuz.
"Alçaklıktır" diyoruz.
"Alçaklık" demeyin…
"Gerilla","özgürlük" diye zırvalıyorsunuz…
***
Doktoru öldürüyorsunuz, öğretmeni öldürüyorsunuz, mühendisi öldürüyorsunuz, kaymakamı-valiyi öldürüyorsunuz; şehrin göbeğinde bomba patlatıp genci öldürüyorsunuz, yaşlıyı öldürüyorsunuz, kadını-kızı öldürüyorsunuz, askeri-sivili; köy basıyorsunuz, ev basıyorsunuz yatakta öldürüyorsunuz, sofrada öldürüyorsunuz, secdede öldürüyorsunuz, kundaktaki bebeği öldürüyorsunuz.
"Katliamdır" diyoruz.
"Katliam" demeyin.
"Demokratikleşme" diye saçmalıyorsunuz…
***
"Bacı"larınızı dağa kaldırıyorsunuz. Salyalarınızı akıtıyorsunuz… El kadar çocuklar; ırzlarına geçiyorsunuz. "Badeci şeyh"lerin mağara versiyonusunuz, hepiniz birbirinize "akraba(!)" olmuşsunuz, tecavüz üsleri kurmuşsunuz; ya intihar, ya infaz "kurtuluş" diye o kadınlara, kızlara, çocuklara sunduğunuz…
"Kahpeliktir", "namertlik" diyoruz.
"Kahpelik" demeyin..
"Hak", bir de "insan hakkı" diye alemin aklıyla alay ediyorsunuz…
***
Bağımsız bir devletin bayrağına saldırıyorsunuz, toprağına saldırıyorsunuz, varlığına saldırıyorsunuz, refahına, huzuruna saldırıyorsunuz…
"Terör" diyoruz…
"Terör" demeyin…
Aç tavuğun kendini darı ambarında sanması gibi artık ne görüyorsanız aynadaki rezil aksinize baktığınızda "savaş" diye yüceltmeye(!), kendinizi "düşman"lığa terfi ettirmeye cüret ediyorsunuz..
***
Kırmızı karanfiller, beyaz güvercinlerle olmuyor bütün bunlar; emperyalistlerin donattığı en ağır silahları kullanıyorsunuz. İnsan, silah, uyuşturucu kaçırıyorsunuz. "Kan" döktüğünüz. "Can" aldığınız. Barut ve et kokuyorsunuz; yanmış insan eti!
Biz buna ne diyelim asıl?
En ağır sıfatlar bile hafif kalıyor zira…
***
Otur; sıfır…
---
"Kanal İstanbul" için yer bilimi çalışan, su bilimi çalışan, çevre bilimi çalışan ve bilimin "emir altına" alınamayacağının farkında olan bir çok bilim insanı uyarıyor;
Altında kalırsınız!
Asker kökenli, siyaset kökenli, istihbarat kökenli, diplomasi kökenli bir çok strateji, güvenlik uzmanı uyarıyor;
İşgale açarsınız!
Hatta "Montrö" tehdidi dolayısıyla tarihçiler, hukukçular uyarıyor;
Boğazları çekip alırlar elinizden!
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da bütün bu uyarılara kulak verip, "Olmaz" diyor; "hem şehrin önceliği değil, hem tehlikeli…"
"Devlet" dediğimiz sistemi bütün unsurlarıyla "şahsında" işleten mevkiden gelen cevap:
- Sen otur işine bak!
Üşenmedim, Ekrem İmamoğlu'nun "işi" tam olarak neymiş diye Büyükşehir Belediye Kanunu'nun, Büyükşehir Belediye Başkanı'nın görev ve yetkilerini düzenleyen 18. Maddesi'ni inceledim. Diğer kanunlara atıfla tanınmış yetkileri bir yana, sadece ilk satırdaki "belediyenin hak ve menfaatlerini korumak" ifadesi bile, Büyükşehir Belediye Başkanı'nın, belki de seçildiği günden bu yana ilk defa tam olarak, sadece "kendi işine baktığını" kanıtlıyor.
Bu tartışmada asıl "Otur"u hak edenler bunun tersini iddia edenler;
Oturun, devlet adamlığı sıfır!