Aşağılık Senaryo
ABD IRAK KİRİNİ BULAŞTIRACAK
Aşağılık Senaryo
“Kuzey Irak, Musul ve Kerkük dahil Türk vilayeti olsun” stratejisi, kukla peşmergeler tarafından havuç niyetine Türkiye’ye uzatıldı. Amaç Mehmetçik’i ABD’nin çıkar nöbete dikmek!
Arıyorduk; “Aslı olmayan belgenin senaryo yazarı kim, rejisör hangi katta oturuyor?” diye kendi kendimize soruyorduk ya... İşte; “düşünce hamamı”ndan rejisörü, senaryo yazarını, birinci adamı tahmin etmemize yardımcı olacak ses geldi. Dünyayı çok iyi izleyen bir filozof dostum var. Onun bana söylediğine göre bu “think-tank” dedikleri, “düşünce tanklarının” tamamı gidip ABD’ye bağlanır, vidalanır, oradan yönetilir.
Düşünce hamamları
100 yıldan beri dünyanın jandarması ve 200 yıldır da küresel sistemin en öne çıkan emperyalist ülkesi olan ABD, sayısız düşünce tankıyla strateji belirler, “bazen havuç veren, bazen sopa gösteren, bazen darbe yaptıran, bazen demokrasi ipine sardıran” yöntemler bu düşünce tanklarında pişer, uygulanma aşamasına getirilir, dünya ABD’nin istediği şekilde yönetilir.
Ben bu “think tank” dedikleri düşünce tanklarına “düşünce hamamları” diyorum. Toplanıyorlar hamamda. Hem ABD kirini keseliyorlar. Hem düşünce üretiyorlar.
Mehmetçik nöbete
Söz gelimi, Irak’a yapılan ABD işgali, arkasında kara, ağır, balgamlı bir kir bıraktı. Bu kirin ABD’nin sırtından atılması gerekiyor. ABD’yi keseleyip yıkadıktan sonra o ağır, balgamlı, iğrenç kiri birinin sırtına yükleme noktasına gelinmişti. İşte düşünce hamamı!
İşte ürettiği düşünce: 1 milyon sivilin ölümüne neden olan “Irak işgaliyle birikmiş BOP balgamlı ABD iğrenç kirini” Türkiye’nin üzerine yükleyelim.
Havuç niyetine
Uluslararası Kriz Grubu isimli think tank’in ürettiği “Kuzey Irak, Musul ve Kerkük dahil Türk vilayeti olsun” stratejisi, ABD’nin kuklası olmuş Iraklı Kürtler tarafından, Türkiye’ye “havuç niyetine” uzatıldı. ABD ordusu çekilince; büyük Arap gerçeği, ABD’nin kuklalığına sığınarak Irak’ı bölmeye yeltenmiş Barzani-Talabani Kürtleri’ne gününü gösterecek. Kürtleri koruyacak bir bekçi lazım. Anladınız mı oyunu!
Bu kirli oyun, Mustafa Kemal’in “yurtta barış-dünyada barış” ilkesine ters düşeceği ve bizim ordumuzdaki Atatürkçü subaylar, ’hayır’ diyeceği için onları geriletmek, “aslı bulunamayan belgelerle darbeci ilan edip” onurlarını, gururlarını, dayanma güçlerini kırmak gerekiyordu. l Necati Doğru / Vatan
+++
Babasının tezi sağlıksızmış
Mehmet Altan dün “tam 12 yıllık” bir yazısını yeniden yayımladı. Yazı 1973 tarihli “Birinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na ait ’Komünistler işçilerimizi nasıl aldatıyor’başlıklı broşür” ü eleştirmek üzere yazılmış.
Son cümlesi “Durmayalım, sağa sola yalpalamadan Atatürk yolunda dosdoğru ilerlemeye devam edelim.” olan metin için “Atatürk yolu ile Genelkurmay yolu aynı olduğuna göre, siyasete Türkiye’de demek ki gerek yok. Gerekince onu zaten askeri broşürler yapıyor” diyor Altan.
Ve şu soruları soruyor:
“Bu yaklaşım sağlıklı mıdır? Bunu içine sindiren bir anlayış, ülkenin çağa taşınmasına ne kadar yardımcı olabilir?”
Bu sorular ekseninde Türkiye’nin hiç değişmediğinden yakınan Mehmet Altan teselliyi kendi evinde, ailesinde bulabilir pekala. Onlar Türkiye gibi değiller, ışık hızıyla değişme potansiyeline sahipler.
Örneğinin babaları Çetin Altan’ın bugün oğulları, torunları ve elbette kendisi tarafından da “sağlıksız” sayılan askeri vesayete girmeye nasıl can attığının belgeleri hala hafızalarda. İşte Altan’ın Akşam gazetesinde yayımlanmış yazılarından “ülkenin çağa taşınmasına engel” demokrasiyi “halk tuzağı” gören “ordu göreve” satırları:
“[CHP Genel Başkanı] ille de seçimlere gidelim, diyor. Bu kez de seçim kampanyası adı altında orduya sövdürecek, ortalığı büsbütün karıştırıp kendisine karşı çıkılmasının intikamını alacak. (...)
Ordu temsilcileri herhalde bütün bu oyunların hesabını yapmakta ve politikacıların kendilerine hazırladıkları tuzakları görmektedirler.”
17 Mart 1971
“Her işine gelmeyen şeyi ’Aşırı akım’diye suçlayıp sonra da demokrasi aşığı görünme. Bu da Türkiye’de rastlanabilecek türden bir gariplik rekoru...
(.....) Şimdi akılları fikirleri orduyu bölüp birbirine düşürmek, zaman kazanmak ve onu bunu suçlaya suçlaya eski oyuna yine devam etmek...
Başarıya ulaşmazlar diye temenni edelim, ama en usta oldukları iş de budur onların...”
18 Mart 1971
“Gayet açık söylüyoruz, biz bizim inandığımız programın daha ilk harfini görünce delilik krizleri geçiren feodal gölgeli parlamentoyu değil, Orgeneral Batur’un imzasını taşıyan muhtırayı ve onu destekleyip benimseyen güçleri tutuyoruz.”
24 Mart 1971
+++
Bir el bir yerleri
mıncıklıyor ama...
Kimin eli TSK’nın içinde?
Kimin eli polisi yandaşlaştırıyor?
Kimin eli yargıyı mıncıklıyor?
Kimin eli YÖK’ü kaşıyor?
Kimin eli rektörleri okşuyor?
Kimin eli birilerine para dağıtıyor?
Kimin eli hedef gösteriyor?
Kimin eli kafa kopartıyor?
Kimin eli mikser vazifesi yapıyor?
Kimin eli gizli işler çeviriyor?
Kimin eli tahrik ediyor?
Kimin eli acıtıyor?
Kimin eli kirli ellerle tokalaşıyor?
Kimin eli gizli dosyaları yandaş medyaya veriyor?
Kimin eli telekulaklara kumanda ediyor?
Kimin eli korku salıyor?
Kimin eli terör estiriyor?
Kimin eli bizleri tam ortamızdan ikiye bölüyor?
Herkes birbirine bağırıyor:
“Çeeeekkk, elini çek!”
Baykal dün, “Çek, elini askerin üzerinden çeeeekkk” deme sırasını savdı...
Büyük bir ihtimalle bugün... Olmazsa yarın Başbakan alacak sözü, “Çek, elini askerin üzerinden çeeeekkk” diyecek...
Yandaş eller alkışlayacak, öfkeli diller kızacak...
Asker şaşıracak, hâkim karışacak, gazeteci tırsacak, taraftar coşacak...
Herkes birbirine, “O el, kimin eli?” diye soracak...
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Gemi su alıyor
Gül’ün sakat olduğunu bilerek ve sakat yerlerini göstererek onay verdiği yasa yürürlüğe girmiştir.
Askerlere intikamcı duygular besleyen çevrelere geniş bir av alanı yaratmıştır.
İntikam hırsı ile gözü dönenler arasında TSK’yı düşman askeri gibi görenler ve “Bu askeri araçlar ayak altından çekilsin” diyecek kadar kendinden geçenler var.
Su alan bir gemiyle sefere çıkmaya benziyor durumumuz.
Güngör Mengi / Vatan
+++
Neyin kini güdülüyor?
“Biz Heybeli’de heer geceee” desem, istisnasız 70 milyonun tamamı, “mehtaba çıkardıııık” diye devamını getirir... Başını sonunu ezbere bilir.
“Heybeliada Ruhban Okulu” desem, nakaratın devamını getirebilen pek çıkmaz maalesef; başı sonu bilinmez...
Halbuki, “AB korosu” nun dilinden düşürmediği pek meşhur bir şarkıdır bu.
Bugünlerde hit oldu gene.
Habire soruyorlar:
“Bu iş nasıl hallolur, çözümün ne?”
Birinci çözüm önerim şu:
Müslüman olun.
Boşverin ruhban sınıfını.
Sokmayın Allah’la aranıza.
Ne siz papaz olun...
Ne de bizimle papaz olun.
Yok, biz memnunuz dinimizden diyorsanız, teklif var, ısrar yok.
İkinci önerim şu...
Kin kapısını açın!
(1821’de Mora İsyanı patlamış, padişah 2’nci Mahmud, isyanı bastırmak için, o zamanki Fener Rum Patriği Grigoryus’tan destek istemişti. Ancak, Patrik’in bırakın destek vermesini, aksine, Rus Çarı’na mektup yazarak isyanı fıştıkladığı ortaya çıktı. E nahoş bi durum tabii... Patrik’i aldılar, o kapıya astılar.)
E merak ediyor insan...
188 senedir neyin kini güdülüyor?
Hangi intikam alınacak?
Nasıl alınacak?
Kim asılınca açılacak?
Açın kin kapısını kardeşim...
Okulu sonra düşünürüz.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Üçüncü kapı
İki kapı da açılacak. Biri Heybeliada’daki
Ortodoks Rum Papaz Okulu’nun kapısı, biri de Ermenistan sınır kapısı...
Aslında açılması gereken bir üçüncü kapı daha var: “Fener Patrikhanesi’nin orta kapısı”
Madem biz, Rum Papaz Okulu’nun kapısını açıyoruz, madem biz Ermenistan sınır kapısını açacağız, Patrik Hazretleri de acaba 188
yıldan beri kapalı tuttuğu bu kapıyı
açabilir mi?
Hasan Pulur / Milliyet
+++
Tepkilerden
rahatsız oldu
60 yılda ancak
“adeta soykırım”
diyebilen bir ülkenin kaplumbağa diplomasisi sonuç verene kadar Doğu Türkistan’da
Türk kalır mı
dersiniz?
Kınaması anlam taşıyan herkesin en sert ifadelerle Çin’in Urumçi kentinde meydana gelen ve 150’den fazla Uygur’un hayatını kaybettiği olayları kınamasını sonunda sağladık ya, başımız göğe erebilir... Cumhurbaşkanı, başbakan, TBMM başkanı, birkaç bakan, dün yaptıkları değişik sertlik düzeyinde açıklamalarla, öfkesi burnunda kamuoyunu tatmin çabasına girdi...
Başbakan ‘Soykırım gibi’ bile dedi olay için...
‘Öfkeyle kalkan zararla oturur’ veya ‘keskin sirke küpüne zarar’ türü özdeyişler özellikle dış politikada altın değeri taşır... Diplomasi zaten sözün bittiği yerde başlar.
Fehmi Koru / Yenişafak
+++
Acar polis suçluyu buldu
“Doğu Türkistan’da olan insanlık dışı olaylar” Taraf’ın komser yazarı Emr(ullah)e Uslu’nun “Washington hatıralarını” canlandırmış.
Amerika’da yaşayan Doğu Türkistan Türkleri’yle ilgili izlenimlerini anlatan Uslu “Washington’da ‘konuşlu’ bazı Türklerin milliyetçilik sloganları ile Uygurların arasına sızdığını, aktivitelerinde başrol oymaya başladığını, Washington’da etkili Türk şahsiyetleri ile ‘patron’ ilişkisi olduğunu, Çin’e vize alıp orada ‘konferanslar’ verdiklerini, gezilerini ‘akademik çalışma’ kisvesi altında anlattıklarını, oradaki aktiviteleri videoya kaydettikten sonra bunu Çin büyükelçiliğine sattıklarını” ileri sürmüş. Yazıda bahsedilen olayların tümü Washington’da tezgahlanıyor ama “suçlu” yaftası yapıştırılan “Türk Milliyetçileri”oluyor. Benim düşüncem, bu yazıdan Çin Metal Fırtınası’na şık bir önsöz çıkabileceği yönünde...
+++
MİNİ YORUM
Soykırım için 40 takla
Gündemin ivedilikle işlenmesi gereken konuları görünen o ki, en çok diaspora ulaklığına soyunanların işine yaradı. Baskın Oran dün Radikal’de “hukuki yaptırımdan çekiniyorsanız Lozan 1922’den önceki suçları affediyor, 1948 sözleşmesi de imzalandığı günden sonrasıyla ilgili sorumluluk yüklüyor” diyordu. Türkler’i “soykırımcı” ilan etmek için kırk takla atanlar, Çin’deki soykırım ve cezai yaptırımları konusunda ne düşünüyor?