Allah rahmet eylesin!
Başta Selcan Taşçı kardeşimizin satırları olmak üzere Afet Ilgaz’ın ardından yazılan pek çok yazı beni ağlattı.
Bir insan bu kadar mı sevilir, bir ömür bu kadar mı bereketli olur! O, biliniz ki öldükten sonra da yazmaya devam edecek. Her türlü olumsuzluğu taşıyan “Afet” gibi bir adı, sürdüğü ömür, aldığı duruş, her kelimenin arkasında yatan ihatalı bir ilim, tecrübe ve ahlâk birikimi ile ürettiği eserler, sevenleri ile birlikte onun hem şahitleri olacak, hem amel defterini açık bırakacak. İşte, Afet Ilgaz öldükten sonra da yazmaya devam edecek dememiz bundan.
Şimdi bize düşen hem kendi yakınlarımız hem millet ve ümmetin bütün ölüleri ile Afet Ilgaz’ın ruhuna Fatihalar göndermektir. Böylece, aramızdan ayrıldığında bile okuyacağımız Fatihalara vesile olduğu için Afet Ilgaz, Fatihaları okuduğumuz için bizler ve ruhlarına gönderdiğimiz yakınlarımız, ahrete göçmüş herkes aldığı hediyelerle rahatlayacak, sevinecektir. Ölü, diri, herkese dua etmeyi lütfen ihmal etmeyelim. Biz kime dua edersek edelim Allah(c.c.)’ın yaratacağı melekler de bizim başkaları adına istediklerimiz şeyler için, “Allah(c.c.) sana da versin” diye dua edeceklerdir. Bu, Peygamber müjdesidir. Allah(c.c.), kabul etmeyeceği dua için melek yaratmaz ve meleklerine o kul için dua ettirmez, “Amin” dedirtmez. Çünkü Allah(c.c.) abesle iştigal etmez.
Aramızdan ayrılışı ile bize bu güzellikleri hatırlatan, ölümü ile bile bize iyilik eden Afet Ilgaz’ın yakınlarına sabrı cemiller ve başsağlığı diliyoruz. O Yeniçağ’ı, Yeniçağ kadrosu ve okuru da O’nu çok sevmişti, çok sevmiştik.
Rahmetliyi zaten sevmeyen yokmuş ki...
Erdoğan’ın tuhaflığı
Sadece Erdoğan’ın değil, “Kayıtsız şartsız, ne yaparsa yapsın Erdoğan’ı destekleyenlerin tuhaflığı” gerçekten sağlam insanı hasta ediyor...
Erdoğan, “Beğenseniz de beğenmeseniz de, beni bu millet şu kadar oyla seçti, ben sizin Cumhurbaşkanınızım!” derken...
Destekçileri de, “Erdoğan’ı millet seçti, hem demokrasi diyor, hem sandık neticesini içinize sindiremiyorsunuz!” demekteler...
İlk bakışta, doğru gibi...
Yalnız, “demokrasinin” olmazsa olmazı “muhalefet” tir, siz bunu içinize sindiremiyorsunuz; bu bir...
Hem milletin cumhurbaşkanıyım diyen şahıs hem o milletin cumhurbaşkanı diyenler milletin yüzde 50’sinin sesi olan gazeteleri devletin TRT’sine, devletin havayolu şirketine sokmuyor; bu iki...
Devletin reklâm giderlerinin yüzde 90’ına yakını yalnızca “yandaş” denilen basının kasalarına aktarılıyor; bu üç...
Cumhurbaşkanı ve Başbakanın davetlerine, yurt içi ve yurt dışı gezilerine “yandaşlar” tam kadro davet edilirken, muhalefetin sesi olan gazeteciler asla davet edilmiyor, bir şekilde bindikleri trene falan binmişlerse tekme tokat dışarı atılıyorlar; bu da dört...
Yani birileri her hal ve tavrıyla, “Ben bazılarının Cumhurbaşkanı, ben bazılarının Başbakanı değilim” derken...
İtilip kakılan, dışlananların, “yok sen benim Cumhurbaşkanım, Başbakanımsın; sen ne dersen doğrudur, icraatından hesap vermek gibi bir yükümlülüğün yok” demesi mi demokrasidir, dememesi mi?
Asıl cevaplanması gereken soru bu değil mi?