Aldatma yönetimi
Tarih yazanlar bu dönemi isimlendirmek istediklerinde, akıllarına pek çok cazip fikir gelecektir. Belki “çok renkli dönemmiş(!)” diyebilirler. Belki de akıllarına, “kargaşa, vurgun-soygun, Türk Milletini inkâr, terörle ülke bölme, egemenliği paylaşma, hukuk da devlet de benim ve aldatma yönetimi” gibi söylemler gelecektir; şimdiden bilinmez. Bize göre de en uygun bulunanı, sonuncusu olan “aldatma yönetimini” beğenebilir. Neden derseniz, bu çerçeveye yukarıdakilerin hepsini, hatta başkalarını da koyabilirsiniz. Yanlış anlaşılmasın, “Algı Yönetimi” demiyoruz; “Aldatma Yönetimi” diyoruz. Zira bu iki ifadenin anlamı çok farklıdır; hatta taban tabana zıttır. Kusura bakmasınlar, bazı düşünenlerimiz, yazar çizerlerimiz bu farka dikkat etmeden kullanıyorlar. Açıktır ki; birincisi hayatın bir parçası, kendisidir; subjektif bir varlık olan kişinin tercihlerini yansıtır. İkincisi ise tam tersine, hiç masum değil; gizli bir amaç uğruna gerçeği planlı şekilde değiştirerek, insanları istismar etmeye yarar.
“Aldatma Yönetimi” dönemine dair pek çok misal vermek mümkündür. Yazacak olsak, bu sütuna sığması bir yana, ciltler dolusu kitap olur. Bu bakımdan “Aldatma Yönetimi” konusunda gündemden düşmeyen, önemli gördüğümüz birkaç örnek üzerinde durmak isteriz. Bunlardan biri “Paralel devlet” nitelemesidir. Suçlananların 2002’den itibaren “koalisyon ortağı” olan ve canciğer kuzu sarması gibi, devleti birlikte yönettikleri “cemaat” olduğu malumdur. On bir yıl kader birliği yapanlar, ne oldu da ölümüne kavgaya girdiler? Bize göre, “güç dengeleri” bozuldu; inisiyatifin ortağın eline geçtiği görüldü ve panik halinde “vuruşma” başladı. Öyle ya, siyaset “iki başlı” lığı kabul etmez. İyi de, yeterince kendi kadron yoksa, ortağının kadrolarıyla iş yapacaksın. Tamam da “ortak” öyle baş eğecek cinsten değildi; “sen sensen, ben de benim” diyordu. Buna göre, “Ne istediler de vermedik” denilen ortağa, bütün kurumlardan ve hayattan silebilmek için bir de ad konuldu: “Paralel devlet!” “Aldatma Yönetimi” çerçevesinde verilen bu ad, kampanyalarla belli ölçüde kabul de gördü. Ancak gerçeğe uygun değildi. Zira ortada, bir iç kavga, devleti kim yönetecek kavgası vardı. Bu kavga, hükümet, hatta devlet (MGK kararıyla) meselesi haline getirildi, sınırlarımız dışına da taşındı.
Bazı duyarlı çevreler bu kavgaya haklı olarak, “Gerçek Paralel Devlet” Güneydoğumuzda, PKK/KCK ihanet örgütü eliyle kuruluyor diye feryat ediyor. Üstelik bu, kamu görevlilerimiz şehit edilerek, şanlı bayrağımız gönderden indirilip yakılarak, egemenliğimiz, kamu düzeni, vatandaşın can, mal güvenliği hiçe sayılarak, alenen yapılıyor. Eğer, amaç “paralel devlet” ile mücadele ise neden bu kan döken, vatan bölücüsü ihanetle mücadele edilmiyor? Neden; terör örgütünün her istediği yasal ve idari düzenlemelere, “Terörün Sona Erdirilmesi, Kardeşlik ve Milli Birlik Projesi” adı verilerek, gerçeklerin üstü örtülüyor? Türk Milleti neden aldatılmak isteniyor?
Burada karşımıza, “Aldatma Yönetimi” çerçevesinde bir yanlış algılama hatası daha çıkıyor. O da şudur: Bölgede inşa edilen yapıya “paralel devlet” denemez; çünkü, burada adına “Özerk Yönetim” dedikleri, gerçekte ayrı bir etnisiteye ait “Devlet” kuruluyor. Bu husus, örgüt elebaşlarının beyanlarında açıkça yer alıyor. Yine, Irak ve Suriye’deki parçalarla birleşip “Bağımsız Kürdistan’ı kuracağız söylemleri ortada. Bebek katilinin asla vazgeçmeyiz dediği ” öz savunma gücü “, yani egemenliğin sembolü olan ordu istemesi, ancak bağımsız devletler için söz konusudur. Oslo tutanağında ” ... Öcalan’a ait el yazması bir mektubun MİT tarafından KCK Yürütme Konseyi’ne ulaştırıldığı, mektupta KCK’nın ’alternatif devlet’kurma girişiminden bahsedilmesi “ bu gerçeği gösteriyor. Evet, ” alternatif devlet “ ifadesi, gerçeğin ta kendisidir. Aynen Irak’ın kuzeyindeki Barzani Yerel Yönetimi’nde olduğu gibi.
Bir diğer “Aldatma Yönetimi” örneği de ” 17-25 Aralık darbesi” söylemidir. Hatırlanacağı üzere, bazı bakanların ve yakınlarının adının karıştığı tarihimizin en büyük, yolsuzluk, rüşvet, kara para, altın kaçakçılığı ve arsa rantına dair operasyon için mahkemenin ve savcılığın verdiği soruşturma kararı, suçlananlar tarafından yok hükmünde sayılmıştır. Bu müdahale olmasaydı, 17 Aralık’ta hükümet tek darbede devrilmiş olacaktı, denilmiştir.
Bu ifadeler, demokrasiyle yönetilen ülkeler için kesinlikle doğru değildir. Demokrasilerde hükümetler, mecliste güvenoyu yoluyla veya başbakanın istifası üzerine düşer. Yine mecliste güvenoyu ile kurulur. Demokrasilerin bu hukuki ve siyasi kuralına göre, hükümetlerin kurulup düşürülmesine, darbe denemez; hükümet düştü veya düşürüldü denir.
Demek ki bu olayda da “Aldatma Yönetimi” tekniği kullanılmıştır. “17-25 Aralık darbesi “ ifadesini kullananlar, demokrasilerde ihtilafların son çözüm merciinin bağımsız yargı olduğunu ya bilmiyor veya önemsemiyorlar. Açıktır ki ” darbe “, iktidarın kamu gücünü kullanmak suretiyle, hukuk ve demokrasi kurallarını hiçe sayarak iş başında kalmasıdır.
Kısacası “darbe var” diyen “darbeci” olmuyor mu?