Alçaltan sözler!
Dilimizin şakulü kaydı. Siyasetçimiz, eğitimcimiz, yazar-çizerimiz, aydınımız, sivil toplum önderlerimiz velhasıl cümlemizde endaze kalmadı.
Söz, tahterevalli gibidir.
Ağırlaştıkça söyleyeni alçaltır, ağırlaştıkça muhatabını yükseltir.
Mesleği yazarak söylemek olan bizlere kimi zaman bilgiden zerre içermeyen öyle edep dışı eleştiriler geliyor ki, cevap verme güç ve kabiliyetimiz olmasına rağmen muhatap olmuyoruz. Söylemeyi kendinde hak gören işitmeyi de hak etmiştir diyebiliriz. Nefsimizin tuzağına düşmekten korktuğumuz için dalaşmıyor, dolaşıyoruz. Biz Hz. Ali(r.a.) değiliz ki, yüzümüze tükürülünce, “Araya nefsim girdi” diye kılıcımızı kına sokabilelim. Nerede biteceğini bilmediğimiz kavgalara ne gerek var! En iyisi kusmamak, susmak.
Susarak, şeytanın tuzağına düşmemeye çalışıyor hatta “Bela insanın sözü üzerine gelir” buyuran Hz. Muhammed(s.a.v.)’in sünnetine uyduğumuz için, bir de sevap kazanıyoruz inşallah. Güzel ve doğru sözün bile “Sen bu sözü ‘Ne iyi söz söyledi’ densin diye nefsin için mi söyledin” diye hesabının sorulacağı bir ahret hakikati varken, kötü ve yalan sözü söylemek bastığın yeri yalayarak ve ısırarak kendi yuvarlanacağın çukuru kazmak değildir de nedir? Güler yüz ve tatlı sözün sadaka olduğunu âlemlere rahmet Hz. Muhammed(s.a.v.) müjdelemişken, toplum önündekilerin dillerini kılıç gibi kullanmaları, ağzına aldıklarını kıyma gibi doğramaları millî birlik ve bütünlüğümüz için düşman istilasından daha büyük bir tehlikedir ve vatana ihanetten daha riskli sonuçlar verir.
Çünkü istilâ, millî birlikle defedilebilir. Vatana ihanet de birkaç kişinin işidir. Hainler oradan alınır yerine ehli olanlar getirilir ve verdikleri bilgiler yenileri ile değiştirilir. Lâkin vatan sathına ve vatandaşın tamamına musallat edilen çirkin sözler aramızdaki kardeşliği çürütür, kurumları birbirine düşman eder, kardeşi kardeşle, öğrenciyi öğretmenle, evladı anne babayla boğazlaşır hale getirir.
Bizim çocukluğumuzda akranlarımıza “lan” dediğimizde bile büyüklerimiz, “Sen ne biçim konuşuyorsun” diye kulağımızı çekerdi. Böyle büyüyen bir nesli kimler ve nasıl bozabildi ki bu nesil bırakınız arkadaş ortamında kaba saba konuşmaktan utanmayı, toplumun karşısına geçip ağzına geleni söylemeyi bir sanat olarak görür oldu!
Bu konuda ciddi sosyal ve psikolojik araştırmalar yapılması gerekiyor. Bizi bu hale tüketim toplumu olmamızın getirdiğine şüphe yok. Sistem ve reklâmlar “Her şeyi alın, her şeye sahip olun” diyor. Her şeyi alamayıp her şeye sahip olamayınca çileden çıkıyoruz. Kendi ihtiyaçlarımıza göre değil pazarın taleplerini yerine getirmek üzere programlanmış makineler olduk çıktık. Bu, siyaset için de geçerli. Sadi, “Kişi dünyaya tenezzül etti mi, bala kapılmış sineğe döner” diye işte tam da bizim bugünkü halimizi özetlemiş. “Ne söyleyeyim diye baştan düşünmek; niçin söyledim diye sonradan üzülmekten iyidir” diyen de Sadi’dir.
Bir de, “Anlama kapasitemiz” sığ!
Bilmeyince anlayamıyoruz. Anlamadığımızı da dinlemeye tahammülümüz olmuyor. Güzel anlamayınca ve güzel dinlemeyince güzel söylemek mümkün olmuyor.
Son söz olarak şunu söyleyelim.
Kendi konuşmasına harç yapmak için muhatabından malzeme alan, çukurun içinden toprak almış gibi olur. Aldıkça çukur büyür.
Marifet kenarındaki toprakla çukuru doldurup üzerine çiçek dikebilmek, ekin ekebilmektir.